Bediüzzaman İlim Kültür ve Sanat Vakfı Kahramanmaraş İl Temsilciliği Yavuz Sultan Selim Hanın İslam halifesi unvanı ile ittihadı İslam’a ve Kâbe’ye olan hizmetleri hakkında bilgilendirmelerde bulundu.

Cennet mekân Sultan Selim Han, Abbasilerden devraldığı halifelik sıfatından sonra burada itaatlerini arz etmeye gelen heyetleri kabul etmişti.
Bu heyetler içinde en önemli olanı, Haremeyn Şerifi Eb ül Berekat bin Muhammed’in, Sultan Selim Han’ı tebrik için gönderdiği oğlu Ebu Nümey’in başında bulunduğu heyet idi. Eb ül Berekat, oğlu vasıtasıyla Kâbe’nin anahtarları yanında bazı mukaddes emanetleri ve hediyeleri göndermişti. Ebu Nümey’e, büyük ikramlarda bulunuldu. Ebu Nümey, l5l7 senesi Mayıs Ayı’nın sonlarına doğru Padişah tarafından kabul edildi. Bu kabul esnasında o, babasının Memluk idaresinden çektiği eziyetleri anlattı. Haremeyni Şerifi (Mekke Medine), Memluk Sultanlarına karşı duyduğu memnuniyetsizlik ile Sultan Selim Han’ın, Suriye'de mukaddes mahallere karşı göstermiş olduğu büyük alaka ve ihtimam sebebiyle, severek Osmanlı idaresine girmiş, Sultan Selim Han’ın adını hutbelerde zikretmeye amade bulunduğunu bildirmişti. Sultan Selim Han tarafından iyi karşılanmış olan Ebu Nümey, zengin hediyelerle geri dönmüştü. Bu arada, Mekke ve Medine fukarasına dağıtılmak üzere gemilerle bölgeye zahire ile 200 bin dinar gönderilmişti. Kendisine de aynı göreve devam etmesi bildirildi.

Mukaddes beldelerin, yani Mekke ve Medine’nin hizmet ve muhafazası Yavuz Sultan Selim Han’a geçmiş oluyordu. Bu da rüyasında gördüğü ve Hasan Ağa’nın rüyası vasıtasıyla verilen emirlerin ve görevlerin aynen gerçekleştiği anlamına gelmekteydi.
Böylece l5l7’den itibaren, Osmanlı Sultanları "Hâdim ul Haremeyn eş Şerifeyn" yani “İki Şerefli Harem’in Hizmetkârı” ünvanını aldılar. Bu ünvan, Osmanlı Padişahlarına hem İslam, hem de Hıristiyan âleminde büyük bir itibar temin etmişti.

Yavuz Sultan Selim Han, Halep Ulu Camii’nde Cuma namazını eda ederken, hatip hutbede yeni Halife olarak kendi ismini anar. Ancak hutbede Selim Han’ın ünvanı olarak Mekke ve Medine’nin hâkimi manasına gelen "Hâkim ul Haremeyn iş Şerifeyn" diye hitap edince o, yerinden kalkıp, bu sıfatın yerine "Hadim ul Haremeyn eş Şerifeyn", yani; Mekke ve Medine’nin hizmetkârı kelimelerinin kullanılmasını emrederek:
-Biz kimiz ki, Mekke’ye ve Medine’ye hâkim olabilelim. Olsak olsak hizmetçi oluruz… Diyerek bu emrinin gerekçesini ifade etmiştir. Hatibin bu ünvanı aynen tekrarlaması üzerine çok sevinen Yavuz Sultan Selim Han, üzerindeki çok değerli kaftanını çıkarıp hatibe giydirecek ve üzerinde namaz kıldığı halıyı kaldırıp toprağa secde edecektir. Böylece o, İslam tarihinde İslam Dini ’ne hürmet ve riayette ne kadar üstün olduğunu gösterdiği gibi, Peygamber Efendimiz ’in, şair Ka’b bin Züheyr’in kasidesine, yani Kasidei Bürde karşısında bürdesini (hırka) vermesini örnek alarak, böyle bir harekette bulunmuştur. Bu hareket tarzı, Selim’in İslam’a ve Resulullah’a ne kadar bağlı olduğunun en açık bir göstergesidir. Rasulullah’a bağlılık ise, Osmanoğulları’nın en karakteristik vasfını teşkil eder. Yavuz için kullanılan bu ünvan, kendisinden sonra gelen bütün Osmanlı Halifeleri için de kullanılan önemli bir sıfat olmuştur.

Yavuz Sultan Selim Han ve Muhyiddin ül Arabi Hz.leri arasındaki manevi haberleşmenin olduğu tasavvuf ehlince ifade edilmiştir. Bu konuda bilgiler mevcuttur: şeyhlerden ulemadan manen ahzu feyz etmiştir. Zaten müsait vakitlerini büyüklerin sohbetlerinde geçirirdi.
Şam’a ulaşan Yavuz Sultan Selim Han, Mısır’a geçmeden önce birkaç ay burada kalmıştı. Padişah Şam’da kaldığı sıralarda, Muhyiddin ül Arabi Hazretleri’nin bir kitabında geçen “Sin Şın’a girince Mim’in kabri ortaya çıkar” şeklindeki bir ifadeyi, büyük âlim Kemal Paşazade ile birlikte incelemişlerdi. Burada “Sin”in Selim’e, “Şın”ın Şam’a, “Mim”in de Muhyiddin’e işaret olduğu kanaatine varılmıştı. Yavuz Selim Han, Şam ve civarında bazı İslam büyüklerinin kabirlerini ziyaret ediyordu. Çok saygı duyduğu Muhyiddin Arabi Hazretleri’nin yeri ise hiç kimse tarafından bilinmiyordu. Çünkü asırlar önce, eserlerini yanlış anlayıp karşı çıkan bazı Suriye âlimlerinin de etkisiyle, kabri harabeye çevrilip kaybolmuştu. Yavuz Selim, bir gece rüyasında Muhyiddin ül Arabi Hazretleri’ni kendisine şöyle derken görür:
“Ya Selim! Senin gelmeni beklerdim. Safa geldin, hoş geldin. Mısır gazanı sana müjdelerim. Sabahleyin bir siyah ata bin. O seni bana götürür. Beni haki mezelletten (horluk toprağından) kaldır. Bana bir türbe, bir cami ve imaret yapıver. Yürü işin rastgele, Mısır fethi müyesser ola!” Yavuz sabahleyin bir siyah ata biner. At gider, Salihiyye Mahallesi’nde bir çöplükte durup eşinmeye başlar. Orası açılınca büyükçe bir taş çıkar. Üzerinde Arapça olarak “Bu Muhyiddin’in kabridir” yazısı görülür. Yavuz Sultan Selim Han orayı temizleterek bu kabri ortaya çıkarttırır. Yavuz, Ridaniye Zaferi ve Mısır’ın fethinden dokuz ay kadar sonra, tekrar Şam’a gelir ve dört aydan fazla kalır.

KABEYE HİZMET İÇİN GİDEN SURRE ALAYLARI
Her sene düzenlenen Sürre Alayları Osmanlı Padişahlarının “Halife” sıfatlarının bir gereği idi. Hadimül Haremeyn İş şerifeyn sıfatlarının gereği Kâbe’ye yapılacak hizmetler için gönderilen para ve malzemenin götürülmesi, Hac yolunun emniyete alınması için gönderilen silahlı kuvvetler ve çok sayıda hacı adayının Mekke’ye gitmesi için büyük merasimlerle kervanlar göndermişlerdir. Bunlara Sürre Alayı denilmiştir.
Diğer yandan gerek ilk Osmanlı Halifesi Yavuz Sultan Selim Han, gerekse sonrakiler, dünyanın neresinde bir Müslüman’ın başı dertte olsa, derhal gereklerini yapmışlardır. Bırakın Müslüman bir topluluğun imdadına koşmayı, din ve milliyet farkı gözetmeksizin mazlumların imdadına da koştukları bir gerçektir. Bunun sayısız örnekleri mevcuttur… Allah cümlesinden razı olsun. Mekanları cennet olsun. Amin.

Faydalanılan Kaynakça: Kitabın adı: Tacüttevarih 2.cild Müellifi: Hoca Sadettin Efendi Osmanlıca tercümesi

Haber: Güzelhan Kebanlı
 

Editör: Mahmut Beyaz