Tarih boyunca insanlık, yaşadığı topraklara yalnızca iz bırakmakla kalmayıp, aynı zamanda o toprakların ruhunu hikâyelerle şekillendiriyor. Türkiye’nin birçok bölgesinde olduğu gibi Kahramanmaraş da, doğanın büyüsüyle harmanlanmış efsaneleriyle adeta bir zaman tüneli sunuyor. Bu efsaneler, kimi zaman imkânsız bir aşkın simgesi oluyor, kimi zaman bir kahramanlık destanına dönüşüyor, kimi zamansa insanın doğayla olan mistik bağını gözler önüne seriyor. Yaylalarından ovalarına, dağlarından göllerine kadar her köşesinde bir efsanenin yaşadığı bu şehir, geçmişin derin izlerini taşıyor. İşte Kahramanmaraş’ın unutulmaz efsaneleri;
ORKİS PRENSESİ: BİR AŞKIN ÇİÇEĞE DÖNÜŞEN HİKÂYESİ
Geben Yaylası’nın serin esintileri arasında, baharın müjdecisi olan Maraş Orkidesi’nin büyüleyici kokusu yayılır. Ancak bu orkidenin köklerinde bir efsane saklıdır. Rivayete göre, beyaz kadife teniyle büyüleyici güzelliğe sahip olan Orkis Prensesi, her bahar yaylaya süzülür, rüzgârın kanatlarında dans ederdi. Bir gün, sarı çiçeklerle bezenmiş eteklerinde yaralı bir leyleğe rastladı. Ona şefkatle yaklaştığında, leylek bir delikanlıya dönüştü. Aralarındaki aşk, doğanın en büyük mucizelerinden biri olarak anlatılır. Fakat kader, iki sevgiliyi ayırdı. Orkis’in gözyaşları, toprağa karıştı ve oradan kök salarak bir orkideye dönüştü. Bugün, Maraş dondurmasına eşsiz tadını veren orkide, geçmişin bu hüzünlü ama büyüleyici hikâyesini anlatmaya devam ediyor.
MERYEMÇİL: ZEKÂ VE AŞKIN KAZANDIĞI DESTAN
Göksun ile Andırın arasındaki bir kalede, güzelliği dillerden düşmeyen Meryem adında bir hükümdar kızı yaşardı. İki hükümdar ona âşıktı. Biri Göksun’daki kaleden, diğeri Andırın’daki Azgıt Kalesi’nden onu sevdi. Meryem, aralarındaki mücadeleyi bitirmek için bir şart koydu: “Kim atının ayağına toz değdirmeden buraya ulaşırsa, onunla evleneceğim.” Ancak gönlünü kaptırdığı kişiye, sırrını fısıldadı: “Atının ayağına keten bağla.” Bu hile sayesinde sevdiği genç, kalesine ulaşarak Meryem’in kalbini kazandı. Ancak diğer genç, bu durumu kabullenemedi ve hırsına yenik düşerek, “Zaten Meryem çildi!” diyerek onu küçümsedi. O günden sonra, Meryem’in yaşadığı kale ve çevresi “Meryemçil” olarak anılmaya başlandı.
ALİ GÖL: AŞKIN VE HÜZNÜN YANSIDIĞI GÖL
Nurhak Dağları’nın zirvesinde, rüzgârın fısıltılarıyla yankılanır Ali Göl. Yüzyıllardır anlatılagelen efsanelere göre, bu göl, imkânsız bir aşkın tanığıdır. Bir çoban olan Ali, bey kızıyla gizli bir aşk yaşamaktaydı. Ancak bey, kızını ona vermek istemedi ve Ali’ye neredeyse imkânsız bir görev verdi: “Nurhak Dağları’nda bir kış geçir.” Sevgilisiyle kavuşma hayaliyle dağlara çıkan Ali, soğuk ve açlığa direnerek bir mağaraya sığındı. Ancak sonunda yalnızlığa yenik düştü. Mağaranın taş duvarlarına kazınmış şu sözler, onun son feryadını anlatır: “Ne açlıktan ne susuzluktan öldüm, ben dağların uğultusundan öldüm.”
Bazı rivayetlere göre ise gölün adı, buraya uğrayan Hz. Ali’den gelmektedir. Anlatılana göre, Hz. Ali, azığını dağın kuzeyine, suyunu ise güneyine döker ve o günden sonra bölgenin kuzeyi kurak, güneyi ise sulak olur.
HİMMET BABA: SAVAŞ MEYDANINDA ÖLÜMSÜZLEŞEN YİĞİT
Kahramanmaraş’ın yalnızca aşkla değil, kahramanlıkla da yoğrulmuş efsaneleri var. Bunlardan biri de Himmet Baba olarak karşımıza çıkıyor. Selçuklu döneminde Elbistan’ın askeri valisi olan Himmet Baba, halkı tarafından adil yönetimiyle sevilirdi. Ancak onu asıl efsane yapan, savaş meydanındaki cesaretidir. Bir savaş sırasında başı kesilmesine rağmen, eline alıp savaşmaya devam ettiği anlatılır. O anı gören bir kadının hayretle, “Şu yiğide bakın!” demesiyle, Himmet Baba olduğu yere düşer ve bir daha kalkmaz. Bugün, mezarı bir caminin içinde korunmakta ve bölge halkı tarafından büyük bir saygıyla anılıyor.