Hayat, karmaşıklığı artan bir dizi olaydır. Bu, en karmaşık olana kadar en basit yaşam formları için geçerlidir. Farklı varoluş ölçeklerine bakarsak, tüm olaylar giderek daha karmaşık olay zincirlerine yol açar. Elektronlar, su oluşturmak için hidrojen ve oksijen bağı gibi atomlar oluşturmak için protonlar ve nötronlarla etkileşime girer.
Su daha sonra fotosentez ve aerobik solunum gibi daha karmaşık süreçleri geliştiren tüm biyolojik işlevlerin temelini oluşturur. Bu enerji üretimi ve depolanması, hayvan yaşamının ve dolayısıyla duyarlılığın temelini oluşturur. Zeka, anlaşılmaz derecede küçük ve büyük ölçeklerde meydana gelen sürekli meydana gelen tüm bu olayların üzerine kuruludur.
Evren, galaksideki en küçük parçacıklardan fraktallar ve Fibonacci sayılarından oluşur. Dolayısıyla hayat, onu algılamaya uyum sağladığımız düzeyde yalnızca bir dizi olaydır. Algıladığımız bu dünya sadece budur. Zihnimizde yaratılmış bir dünya algımız. Başka bir şey değil. Algımız daha da ileri gidiyor çünkü varlığımızı bir ve aynı olarak doğrulamak için kullandığımız diğer insanları hissediyor ve onlarla iletişim kuruyoruz. Bu bir efsane.
Bu efsanenin ana teması, dünyanın yalnızca insanların algıladığı gibi olduğu fikridir. Bu örneği biraz daha ele alalım. Bakterilerin ölçeklerinde zeki olduklarını düşünün (kanıtlar bunun doğru olduğunu gösteriyor), varlığımızı nasıl kavramsallaştırırlardı? Bir araba bir inekten farklı hisseder mi? Onların dünyası, anlık algıları ve duyuları ile sınırlıdır. İnsanların bu algı sınırlamalarına karşı bağışık olduklarını düşünmek saf olur.
Dolayısıyla, bu mantığı doğru kabul edersek, dünyamızın yalnızca dünya algımız olduğu ve başka bir şey olmadığı anlamına gelir. Varoluş için potansiyel olarak sınırsız sınırların olduğu anlamına gelir. Tüm evrenin gerçekte sahip olduğu şeyle sınırlıyız. Hayal gücümüzün en geniş noktalarına kadar bile, diğer varoluş ölçeklerinin enginliğini veya azlığını yorumlayamayız.