Maalesef günümüz insanı; çalışmadan, terlemeden, yorulmadan kısa yoldan netice elde etmeyi hedefliyor.
Bin türlü mazeret, yakınma devamında ise başkalarını suçlama... Başkalarını suçlamak, en iyi yaptığımız işlerden biridir.
Çocuklarımızın iyi yetiştirememenin suçunu bile ya Milli Eğitim sistemine, ya okula, ya öğretmenlere, ya komşuların yaramaz çocuklarına, ya da tümüyle devlete atıp işin içinden sıyrılıyoruz.
Çabalamayı gayret göstermeyi bir kenara bırakıp yakınmayı daha çok seviyoruz. Ayrıca çok çabuk vazgeçiyor, kolay taviz veriyoruz.
Geçtiğimiz 40 yılda köprülerin altından çok sular aktı ve geçti.
Bir dönem sakal merakı sarmıştı. O kadar fanatik bir hala dönüştü ki bazı sakalsız olan kişileri Müslüman bile saymazlardı o günlerde.
Bir gün kurban mevzusunda iki arkadaş tartışırlarken sakalsız adamı nerdeyse dinsizlikle itham edecekti fanatik arkadaşımız.
Araya girerek işi tatlıya bağladığımı hatırlıyorum. Aynı arkadaş hızını alamayarak telefonla müftü efendiye bu adamın Müslüman olup olmadığını, kurban kesip kesemeyeceğini sormuştu bile.
Gün geldi o arkadaşımızın başka bir şehre tayını çıktı, sakalını da kestirdi. Emekliliği gelmesine rağmen hala 40 yılı aşkındır görevini sürdürüyor sakalsız olarak.
O gün taviz vermeye yanaşmayan katı kurallar içinde olan bir çok arkadaşımız sonradan ne tavizler verdiler ki yaşantımızdan ve öz değerlerimizden.
O tür arkadaşlar bilmiyor ki, çok önemsediği, neredeyse inançlarının temeli saydığı konular gün geldi sapır sapır döküldü.
Mücahit olanların bir çoğu müteahhit oluverdiler.
İş nefsimize hoş gelince de maalesef taviz vermeye başladık inançlarımızdan değerlerimizden birer birer.
Taviz verdikten sonra suçluyu neden kendi dışımızda arıyoruz?
Asıl suçlu biz değil miyiz?
Günah bizim günahımız değil mi?
Sorun korkularımızdan kaynaklanmıyor mu?
O tür arkadaşlar davranışlarını mazur göstermek için onca nefes tüketeceğine, sadece "İnancıma ve ilkelerime bağlıyım, helalinden bir dilim ekmek neyime yetmiyor deseydi, daha güzel olmaz mıydı?