Bir ekonomik kriz ülkenin zenginliğinden, moralinden, gelecek yatırımından, nüfus projeksiyonundan ve daha bir çok değerinden en az 20 alır götürür. Gelir düşer, işsizlik oranı yükselir, iflaslar artar, aile yapısı çatırdar ve yeniden yapılanmanın maliyeti artar. Bugünkü yazımız bu kara tabloyu deşelemek değil sürecin önce kabul edilmesi yani teşhisin konulması ve tedavinin geç olmadan başlaması gerektiği üzerine olacaktır.
Küçük bir bireyinden ülke ekonomik yönetimine kadar biz kalkınmakta olan ülkelerde kaynağı ne olursa olsun para elimize geçtiği anda plansız harcama ve mal edinme güdüsü içine girme hastalığı var. Bu mikro birimlerde anlaşılır belki ama devlet planlamasına dayalı harcama ve yatırım kararlarında, fizibilite mantığı ve büyüme stratejileri yön belirler.
Yaklaşık 15-20 yıldan beri getiri arayan bol miktardaki küresel paradan biz de pay alamaya çalıştık. Önce düşük maliyet ve doğrudan yatırımlarla geldi kaynaklar. Sonrasında bir alışkanlık yaratarak devam eden finans piyasasına akan paranın sıcaklığını hissettik. Öyle hissettik ki, yüksek binaların ihtişamı, yeni yollar ve harcamayı teşvik eden AVM’ler aklımızı başımızdan aldı. Kendi öz varlığımız ya da üretim gücümüzle ve gücümüze göre yapılsalardı övgü dolu kelimeler sarf etmek için zorlardık kendimizi ama “el” parası ile olunca ve üstüne de verimlilik doğuramayan üretim gücümüzün geri ödemelerde yetersizliği sorunu doğunca, kaçınılmaz sonuç ortaya çıktı: Spekülatif atak ve sonucunda döviz krizi.
En büyük etki ülkemizde üretim gücünün yükseklerde seyretmesine rağmen gelir yaratıp dağıtamama özelliğinden geldi. Diğer bir ifade ile yüksek büyüme oranlarına karşılık kişi başına gelirin sabit rakamlarda seyretmesi, aşırı borca dayalı ekonomimizde borcu çevirememe daha doğrusu yeni borç bulma yeteneğimizi kaybetmemize neden oldu. Sonuçta suçlu bulmada refleks olan dış güçler kavramı devreye girdi. Herkesin bildiği gibi dış güçler likidite transferini yani yatırımı yaparken de çekerken de kar elde etmeyi amaçlarlar. Bu ekonominin doğasında vardır. Ani atakla geri çekilen nakit değerlerin hareketine neden olan esas faktörlerin başlığı makro dengelerin bozukluğu ve siyaset kurumunun yanlışlıklarıdır.
Tablomuz tam da bu başlıkları incelemek için hazırlanmıştır. Sol sütunda tüm bu olumsuzlukları yaşamamamız için gerekli koşullar, sağda ise bunun tam tersi durum söz konusu...
Karar vericiler doğal olarak üretim sürecinde iş dünyası ile işbirliği içinde olurlar. Bu kaçınılmaz birliktelik, öte yandan, belirli grup ya da sanayilerle sürekli halde olursa bir süre sonra hastalıklar ortaya çıkmaya başlar. Bu hastalıklar son evrede rehavetin ve verimsizliğin de etkisi ile kalıcı ve tehditkâr bir aşamaya gelir. Makroekonomik dengesizliklerin de oluşumu ile de yoğurulunca yabancı paranın getiri eşiği aşılır ve likidite daralması oluşmaya başlar. Bu üretimin temel vurgusu olan “azalan getiri kanunu”nun Türkiye versiyonudur. Verimden yoksun olan bir üretim formatında teknolojik ilerleme sağlanması olanaksız, teknolojik gelişme olmadan da katma değer artışı ve borcu çevirme olanağı tartışması geçerliliğini yitirir.
Yukarıdaki tabloda olması gereken (sol) ve olanı (sağ) verdik. Buna göre, KOBİ’lerin hayatta kalması, bankaların değersizleşmemesi, işsizliğin artmaması, yabancıların ucuz mal kapma yarışına girmemesi için karar vericilerin hafta sonu da mesai yapması zorunlu gibi.
Verimli günler dileğiyle,
Prof. Dr. Veysel ULUSOY
Yeditepe Üniversitesi
@ekonomikanaliz