Tarihler 20. yüzyılın başlarını gösterirken, Osmanlı İmparatorluğu Yemen'de zorlu bir savaş veriyordu. Anadolu’nun dört bir yanından askerler bu savaşta görev almak üzere Yemen’e gönderildi. Kahramanmaraş ve Çorum’dan gelen askerler de bu birliklerin arasındaydı. Yemen’in çetin coğrafyası, savaşın en büyük zorluklarından biriydi ve Zımara Dağı, bu zorlukların simgesi haline gelmişti. Yemen milisleri, geçiş güzergahını ele geçirdiğinde, Osmanlı birliklerinin önündeki tek seçenek Zımara Dağı’ndan geçmekti. Bu dağ, geçilmesi neredeyse imkansız bir coğrafyaydı. Birlik komutanı, zorluğa rağmen askerlerine dağa tırmanma emri verdi. Askerler, tırmanış sırasında büyük bedeller ödedi. Ellerinde deriler yüzüldü, tırnakları kırıldı, ama zorunlu olarak bu dağdan geçmek zorundaydılar. Bu tırmanış, sadece fiziksel değil, aynı zamanda manevi bir işkenceydi ve birlik ciddi kayıplar verdi.

KAHRAMANMARAŞ’A DÖNEN AZ SAYIDA ASKER VE YENİ BİR DEYİM

Savaşın ardından, Yemen'den sağ dönebilen çok az sayıda asker memleketlerine ulaştı. Dönenlerin anlattıkları, Zımara Dağı’ndaki tırmanışın dehşet verici zorluklarını gözler önüne seriyordu. Bu hikayeler, zamanla Kahramanmaraş'ın günlük konuşmalarında yerini aldı. Osmanlı döneminde küfür ya da kaba söz kullanmayan insanlar, karşılaştıkları olumsuzlukları veya yaramaz çocukların huysuzluklarını tarif ederken, "zımaranın sırtına git" ifadesini kullanarak bu zorluğu ve çaresizliği anlatmaya çalıştılar.

GÜNÜMÜZE KADAR GELEN BİR MİRAS

Bugün Kahramanmaraş’ta, birine ne yaparsa yapsın kendi başına halletmesi gerektiğini ima etmek için "Zımara’nın sırtına git" denir. Bu deyim, yüz yıl öncesinin acı dolu bir hatırasını taşıyor ve nesilden nesile aktarılarak yaşatılıyor. Her ne kadar bu ifade basit bir gündelik söylem gibi görünse de, altında Yemen Harbi’nin acı dolu anıları ve Zımara Dağı’nın zorlu geçişi yatıyor.

Muhabir: Sibel Gürle