Her gün dost meclislerinde konuşulan suç oranlarının artması mevzu gün geçmiyor ki azalsın. Azalmıyor, bu gidişle azalmayacak da, kamyonun fireni patladı yokuş aşağı iniyor. Bizim gibi dürüst vatandaşlar da sokağa çıkmaya korkar oldu. Kucağımıza “cezasızlık algısı “diye bir algı da nur topu gibi doğdu. Sosyal hayatın içinde sinsice ilerleyen bu algı hepimizin kaygılarını ve güvensizlik duygusunu her geçen gün arttırıyor. Pasif psikolojik baskıyla karşı karşıyayız. İnsanın yaratılış fıtratında en önemli duygu güven duygusudur, bütün duygular bu duygunun etrafında şekillenir. İnsanın dünyada var olmasından bu yana gen hafızamızda güven en önemli duygu olmuştur. Bu sebeple insanlar bir takım kurallar, kanunlar çerçevesinde toplu yaşamayı seçmiştir. Hayvanlardan bizi ayıran en büyük olgu budur.
“Cezasızlık algısı “ nasıl oluştu, neden artı bakalım; 05 Nisan 2012 tarih ve 6291 sayılı kanunla denetimli serbestlik altında cezanın infazı şeklinde sisteme dâhil edilen bir kurum (CGTHİK. m.105/A) zaman içerisinde başka yasal düzenlemelerle genişletilmiş, şartlı salıverme sürelerinin de kısaltılmasıyla adi suçlarda cezasızlık algısına yol açan bir süreç başlamıştır. Bunun sebebi cezaevlerinin aşırı dolu olması olarak gösterildi. 2016, 2020 ve 2023 yıllarında yapılan yasal düzenlemelerle her seferinde artan bir şekilde hapis cezasının infazında kolaylaştırmalar gerçekleştirildi. İyi halden ceza affı da sanırım sadece bizim ülkemizde var. Takım elbise, kravat, hâkime saygı, arkadaşlarıyla cezaevinde iyi geçinme affa sebep olabilir mi diye biz de düşüne duralım. Suçlu dışarı çıkınca içindeki canavar kaldığı yerden devam ediyor.
Birkaç ay önce kiramı alamadığım için kiracımı mahkemeye verdiğimde karşıma geçip “hocam bu işi mahkemeyle çözmeniz mümkün değil, zaten yasalar da kiracıdan yana. Boşa masraf ediyorsunuz. ” demesiyle başımdan kaynar suların dökülmesinden bahsetmeyeceğim. İç dünyamda şöyle bir duygu oluştu, güvende değiliz, biz dürüst vatandaşlar sosyal hayatın içinde adeta koca bir Roma arenasında bu canavarlarla karşı karşıya bırakıldık. Bu abartı değil, hikâyenin derinliği var. O gün orada beni yerle bir eden başka şey de vardı; sanki o güne kadar kirasını almışçasına devlete ödediğim vergi iyi bir rakamdı. Maliyeye ben kiramı alamıyorum diye ispat edemem, etmek için dava açmam, avukat ve dava masrafları ödemem gerekti. Yaptım, dava da açtım, o yüksek meblağları da ödedim. Tam 6 aydır da bunlarla uğraşıyorum. Dahası da var, kiracımın ödemediği aidatlar için rezidansın yönetimi bana icra takibi göndermeye başladı, yasalar kiracıdan alınamayan aidatları mülk sahibi öder diyor. Tahmin edin, ben kiracımın aidatlarını da buz gibi ödedim, hem de aylarca. Çünkü namuslu vatandaşım. Bütün bunları yaklaşık bir yıldan beri kira alamadığımı, üstelik adamın aidatlarını da ödediğimi ispatladığım halde dava ocak ayına ertelendi, saçma sapan bir sebeple. Sebebi de söyleyeyim, yönetimden bir arkadaşımız mahkemede “evet bize aidatlarını da ödemiyor, dükkan sahibi ödüyor” diye ifade verdiği halde, rezidans yönetiminin kayıt defterlerini istedi, o da Ocak ayındaki davada görülecek. Ben kiramı bir yıldır alamazken, adamın aidatlarını da öderken, karşıma geçip gülerek “bana dava açmanız boş, bir şey elde edemezsiniz” demesi ne haklı değil mi? İcra davası açın, çabuk sonuç alırsınız dediler diye icra davası da açtık, ne mi oldu, hakim red verdi.
Şimdi kimse acaba nerede hata yaptık demesin, suçundan dolayı 2 yıl hapis kararı verilen suçlular içeri alınmadığından dolayı bol bol suç işlediler. Bunun üstüne nasılsa içeri atmıyorlar diye bu suçları geçim kaynağına, mesleğe dönüştürdüler. Sayısız çeteler işte bu yüzden var oldu. Nasılsa ceza vermiyorlar biz bunu işe çevirelim, kolay kazanç dediler. Şimdi, her gün şu çeteyi çürüttük, bu çeteyi içeri aldık demenin bir manası yok. Çete başını içeri aldınız da dışarıda kalan çete üyeleri zaten yeni çeteler kuruyor. Hem de mitoz bölünme gibi bölüne bölüne, birleşe birleşe.
Gelelim hikayenin en çarpıcı bölümüne; ismi birlik, beraberlik çağrıştıran emlakçım sözleşmeyi kiracımın yardımcısı ile imzalamıştı, imzalarken de bunlar güvenilir verelim demişti. İşte o sözleşmeyi imzaladığımız kiracımın yardımcısı bir yıldır uyuşturucu satmaktan içerideymiş ve 8 yıl ceza almış, bu ihbarı aldığımızda “vay be ” dedik. Kiracı da ofiste kullanıyor ve satıyor diye bir ihbar daha geldi. Avukatım bununla ilgili suç duyurusunda bulunalı iki haftayı geçti, henüz bir cevap yok. Tam bir Aziz Nesin hikayesi, yaşasaydı gülerdi. Emlakçım mı , o na bu durumu aktardığımda ilgilenmeyi bırakın “aman hocam her gün böyle şeyleri biz de yaşıyoruz” dedi ve işin içinden çıktı. İş takibi bizim buralarda bu kadar.
Bizim kiracı rahat rahat bedavadan oturuyor , ben aidatlarını ödüyor, kiramı alamıyorum. Avukatıma geçenlerde şu talimatı verdim; “ tapuyu vereyim de devret kiracıya. Hiç olmazsa mülküm var diye mücadele etmem, dert de biter. ”
Bakın şimdi ben bunları yazdım ya, beni sorgu sorgu süründürürler , neden mi çünkü dürüst vatandaşım. Bu olay ilk değildi bende , daha önce de iki dairemde oturan kiracımla bu sorunları yaşamış, bunaldığımdan daireleri satıp başka türlü değerlendirmiştim. Neden benim başıma bunlar geliyor diye sorduğumda, kendime şu cevabı verdim ; çünkü dürüst vatandaşsın. Lütfen siz de başınıza gelen bu tür olayları sosyal medya hesaplarımdan bana iletin , ben de yazayım. Belki birileri bizi anlar , düzeltme yoluna gider.
İleriki zamanlarda mektup devam edecek, hoşça kalın dostça kalın.