Bir mısra bazen bir milletin aynasıdır. Bazı cümleler vardır, akıldan çıkmaz. Bazı dizeler vardır, kalbin kıyısında bir ömür bekler. Şiir, kelimelerin yalnızca yan yana gelişi değildir; zamanın ruhuna temas eden bir sestir. Kimi zaman bir aşkı anlatır, kimi zaman bir halkın suskunluğunu. Ama en çok da iyileştirir. Önce bireyi,  sonra bütünü.  Kalpten başlar, topluma ulaşır.

               Bir milletin belleğinde şiir, sadece sanat değil; direniştir, ağıttır, umuttur. Savaş zamanlarında yazılan şiirler, halkın yorgun yüreğine su serper. Barış zamanlarında, yeni umutlar yeşertir. Şair, yaşadığı çağın tanığıdır ve kalemiyle sadece kişisel hislerini değil, toplumsal yaraları da sarar. Bir halkın gözyaşı, bir şairin dizelerine sızdığında, o şiir artık bireysel değil; evrensel olur.

              Nazım Hikmet’in dizeleri sadece bir aşkı anlatmaz, bir dönemin nefesidir. Ahmed Arif’in şiiri sadece sevdayı dile getirmez; hasreti, ayrılığı, memleketi, yoksulluğu taşır içinde. Sezai Karakoç’un mısralarında hem metafizik bir sükûnet hem de toplumsal bir silkiniş hissedilir. İşte bu yüzden şiir, sadece kalplere değil, toplumun dokusuna da işler. Mehmet Akif Ersoy’un   şiirleri, hele ki İstiklal marşı bir milletin şahlanışı olmuştur. Vatan sevdasını nesiller boyu kalplere nakış nakış işlemiştir.

           Toplumsal travmalar, felaketler, göçler, adaletsizlikler… Hepsi, önce şairin yüreğine düşer. Çünkü şiir,  sadece olanı anlatmaz; olmayanı da duyurur. Bir yitişi dile getirirken, bir umudu da gizlice fısıldar. Şiirin dokunduğu yer, bazen bir anne yüreği, bazen bir meydandır. Ve o dokunuş çoğaldıkça, toplumun sesi olur.

              Bugün hâlâ bir şiir okunduğunda gözlerimiz doluyorsa, o şiir zamanın ötesine geçmiş, insanı olduğu kadar toplumu da kavramış demektir. Çünkü şiir, unutulanı hatırlatır. Susturulanı konuşturur. Görünmeyeni görünür kılar.

               Toplumlar bazen sözcüklerle değil, dizelerle iyileşir. Çünkü her mısra, ortak bir duygunun yankısıdır. Ve şiir, bazen bir halkın vicdanı olur.Toplumu bir araya getiren, umut aşılayan ve “biz” duygusunu güçlendiren en güçlü metinlerden biri olması boşuna değildir. Çünkü şiir, yalnızca anlatmaz; inşa eder. Şili’li şair Pablo Neruda, yalnızca aşk şiirleriyle değil; diktatörlüğe karşı duruşuyla da bilinir. Onun şiirleri, halkın sesi olmuştur. “Onlar şiirleri susturmak istediler ama biz susmadık,” diyen bir halk, dizelerin arkasında toplanarak özgürlüğe yürüdü. Neruda’nın dizeleri sadece bireyi değil; kolektif hafızayı da diri tuttu. Çünkü şiir, sınır tanımaz.

                 Bugün hâlâ bir şiir dizisi milyonlara ulaşabiliyor. Sosyal medyada deprem sonrası en çok paylaşılan içerikler yıkılmış evlerin altından çıkan sessizliğe yazılmış şiirlerdi.

                Çünkü şiir ruhun bir haykırışıdır, hızın ve gürültünün arasında hâlâ durmayı, bakmayı, hissetmeyi öğretiyor. Ve bu, iyileşmenin ilk adımıdır. Ruha duygular aracılığı ile hareket katar.

                  Bir halkın türküsüne ağıtına, şiirine bakın, onun neye ağladığını, neye güldüğünü, neyi özlediğini, neden direndiğini anlarsınız yüzden şiir sadece bir sanat formu değil bir toplumsal hafızadır ve toplum şiirle biraz daha insanlaşır.

            Şiirin ve  edebiyatın başkenti Kahramanmaraş’ta 19-27 Nisan tarihlerinde 5. Uluslararası Şiir ve Edebiyat günleri yapıldı. Kahramanmaraş Büyükşehir Kültür, Spor ve Turizm Daire Başkanlığı ve şehrin yazarı , şairi büyük emeklerle programı gerçekleştirdi. Hepsinin,  hepimizin emeklerine sağlık.5. Uluslararası Şiir ve Edebiyat Günleri programına   UKAYDER (Ulusal Kadın Yazarlar Derneği) olarak 2. geleneksel şiir ve musiki gecemizle katıldık ve programın açılışını 19 Nisan da yaptık. Bu bizim için bir onurdu. Kurucusu ve başkanı olduğum bu derneğin daha nice güzel programlara imza atacağını ümit ediyoruz. Depremin ardından yıkılan şehrimizi biz de sanatla iyileştirmeyi görev edindik. Yaradan bu yolda nice güzellikleri nasip etsin.

                 Hoşça kalın dostça kalın.