Bazen, eskilere dalıp gider insan. Özlediği, hasret duyduğu günlere dönmek ister. Çocukluğunda yaşadığı eve, sokağına, arkadaşlıklarına, yediği yemeklere, televizyonda seyrettiği filmlere dizilere… Kendisi uyurken, annesinin yaktığı sobayı, fokurdayan çaydanlığı, çocukken yediği bisküviyi özler. Aslında özlediğimiz şeyler bunlar değil.  Sobayı yine yakarsınız, çayı yine demlersiniz…

***

Marketten bir bisküvi, çikolata aldığımızda, ‘ya bunu çocukken çok severdim, çok güzeldi’ deriz. Güzel olan, özlem duyulan şey bisküvi değil, çocukken bulunduğumuz ortamdır. Ailecek  kalınan ev, sohbetler, eğlencelerdir. Yoksa bisküvi aynı bisküvi. Yediğin çikolatayı arkadaşınla, kardeşinle bölüşmekti güzel olan, sonuncu bisküviyi kim yiyecek kavgasıydı. Tadı farklı geliyor diyoruz, çünkü ağzımızın tadı kalmadı.

***

Bir insanın önce sesi, sonra yüzü unutulsada yıllar bile geçse kokusu unutulmazmış, İnsanın en büyük hissetme duyusu kokudur. Maziden bir koku alınca direk o günlere döneriz, duygusallaşırız. En basit örneğiyle, babanız tıraş olurken kullandığı tıraş kolonyası. Bu kokuyu herkes sever, herkesin hoşuna gider. Çünkü herkeste bir mazisi, anısı vardır. Kokusu insanı çocukluğuna, babası işe giderken hazırlandığı günlere götürür. Kaybettiğiniz birinin sesini, yüzünü zamanla unutursunuz fakat kokusuna bir yerde denk geldiğnizde direk anımsarsınız.

***

Maneviyat böyle birşeydir. Küçük şeylerle bile mutlu olabilmektir, anılara özlem duyabilmektir. Anne babaya of dememek gerektiğini bilmektir, ilerde pişmanlık yaşamamak için saygıda sevgide kusur etmemektir. Mumla arayacağımız o güzel günler hiçbir zaman tekrarlanmayacak. Dün, dün de kaldı birdaha gelmeyecek.