Oyun…

Çocuk denildiğinde ilk akla gelen ve “çocuk” kelimesiyle neredeyse eş anlam kazanmış bir kavramdır oyun. Çocuğu tamamlayan, günlük rutin ihtiyaçlarından sonra bütün zamanını dolduran, hayatı tanımasında en büyük yardımı ve desteği sağlayan araçtır oyun. Çocuğun en ciddi işi, gerçek dünya ile hayal dünyası arasında kurduğu köprü ve çocuğun öğrenme sürecine attığı ilk adımdır oyun. Tüm dünya ülkelerinde çocuk için aynı anlam ve öneme sahip olan evrensel bir tabirdir oyun. Bütün çocuklarda, içten gelen bir kabiliyet ve istektir oyun. Belli kuralları olan, zaman geçirmeye yarayan, eğlenmek için yapılan bir faaliyettir oyun. Daha yakın zamana kadar oyun denildiğinde ilk akla; körebe, yakan top, istop, saklambaç, birdirbir, yağ satarım, topaç, köşe kapmaca…vs. gelirdi. Bizler bu oyunlarla büyüdük ve hayata dair pek çok şeyi bu oyunlarla öğrenip kazandık. 
Mesela; aile içindeki rolleri üstlenebilmeyi, sorumluluk alabilmeyi, yerine getirebilmeyi ve işbirliği yapabilmeyi, başkalarıyla uyum içerisinde yaşayabilmeyi, disiplinli olmayı, diğer insanlarla sağlıklı iletişim kurabilmeyi, kendine güvenebilmeyi, çabuk karar verebilmeyi, doğruluğu ve dürüstlüğü, kendini ifade edebilmeyi, cesaretli olmayı, zorluklarla baş edebilmeyi, affetmeyi, hoş görmeyi, kaybetmenin de kazanmak kadar hayatın gerçeği olduğunu kabul edebilmeyi, yardımlaşmayı ve dayanışmayı oyunla öğrendik. Ayrıca; doğruyu yanlışı, iyiyi kötüyü, güzeli çirkini, haklıyı haksızı ayırt edebilmeyi, saygıyı ve sevgiyi en içten bir şekilde gösterebilmeyi, kendine ve başkalarına güven duyabilmeyi, bir gruba ait olmayı ve o grubun bir parçası olup sorumluluk alarak iş yapabilmeyi, güzel konuşmayı, kalp kırmamayı, zaman ve mekan kavramlarını, duygu ve düşüncelerimizi ifade edebilmeyi hep oyunla öğrendik. Daha doğrusu temellerini hep oyunlarla attık. Oyunların çocukluk dönemine ait olmasına rağmen toplumsal, sosyal ve kültürel açıdan önemini;  kişilik, ruhsal, zihinsel ve bedensel gelişime katkısını göz ardı edemeyiz ve önemini yok sayamayız. Peki ya şimdi?    Hiç çocuklarınızı sokakta oynarken izlediniz mi? Apartmanınızın küçücük bahçesinde, ya da okul bahçesinde oynarlarken gözlemlediniz mi hiç? Neler oynuyorlar ve nasıl oynuyorlar biliyor musunuz? Kaç tane geleneksel oyunu biliyorlar, kaç tanesinden gelecekte uygulayabilecekleri toplumsal ve ahlak kurallarını kazanabiliyorlar? Yukarıda saydığımız değerlerin hangilerini gönüllerine nakşedebiliyorlar? Eskiden koşan, atlayan, zıplayan, akşama kadar sokaklarda oyunlarla vakit geçiren ve bunun faydalarını zaman geçtikçe ve yaş ilerledikçe gören çocuklarımız, günümüz dünyasında bunların kaç tanesini yapıyorlar, yapabiliyorlar?  Kendi ellerimizle yok ettik onların oyunlarla bezenmiş çocuk dünyasını. Aldık ellerinden bütün fırsatları neredeyse. Betonlaşma ile oyun alanlarını aldık ellerinden mesela. Ya da apartman dairesindeki bir göz odaya tıktığımız ve sessiz sedasız bilgisayar başında sanal dünyaya terk ettiğimiz çocuklarımızın sokaklardaki o cıvıl cıvıl seslerini aldık mesela. Hiçbir sıcaklığı olmayan, kişilik gelişimlerinde ve sosyalleşmelerinde hiçbir katkısı bulunmayan, akranlarıyla karşılıklı capcanlı iletişimin olmadığı, galibiyetin, sevincin bir kucaklaşmayla ne kadar doruklarda yaşandığının artık görülmediği, yenilginin üzüntüsünün arkadaşından  gelecek bir teselli cümlesinden mahrum kaldığı sanal bir dünyaya terk ettik çocuklarımızı mesela. Bizler yaptık tüm bunları. Çocukluğunu unutmuş olan biz büyükler. Kabul etsek de etmesek de suçlusu da sorumlusu da biz büyükleriz maalesef…