Ya da siyaset ahlakı. Siyaset, ahlaklı, emin ve sağlıklı düşünen, objektif düşünen ve hareket eden, memleket ve ülke sorunlarının önemini bilen, çalmayan, hizmeti kişiselleştirmeden, karşılık beklemeden Allah arızası için yapanlara elinde büyür, gelişir ve sağlıklı yapıya kavuşur.

Yoksa, otel odalarında dönen pazarlıklarla değil.

Yoksa, çamur atma operasyonları ile değil.

Yoksa, birbirine kazık atmakla, iftira atmakla değil.

Yoksa, kendi partilisinin kuyusunu kazmakla değil.

Yoksa yolda bulduklarını değer verdikleriyle değiştirenlerle değil.

Yoksa, hırsının önüne geçip aklı ile hareket etmeyenlerin alengirli ve tutarsız davranışları ile hiç değil.

*

Beyefendinin aldığı maaş yetmiyormuş. Utan be, Allah’tan kork yahu, bir de bir kurumda yönetim kurulu üyeliğin var, etti mi iki maaş. Her gün hovardalık yapsan yine yeter de artar bile.

Ne dersiniz böylesine, ‘Gözünü bir avuç toprak doyursun!’ İnsan iş bulamazken, emekli 7.500 liraya talim edip geçinmeye çalışırken, sen iki yerden maaş al, sonra da geçinemiyorum de, avazın çıktığı kadar bağır.

Allah’tan korkar insan!

*

Lakin siyasi ahlak olmayınca, neylersin ki böyleleri de çıkıyor arada. Ahlaksızlık arttıkça, ahlaksız insanların sayısında artış kaydedilince, temiz siyaset beklemek, ahlaklı siyaseti hayal etmek, yürürken reşat altını bulmak kadar zor iken, her geçen gün siyaset çirkef bataklığına saplanıyor.

Siyasete güvenilirdi eskiden. Bir siyasetçi, bir milletvekili gördüğü zaman insanlar, düğmesini ilikler, ‘sayın vekilim’ demeden konuşmaz, nezaketini ve saygısını gösterirdi.

Siyasetçiye bir güven vardı önceleri. Ağzından çıkan her söze itibar edilir, itiraz edilmez, sükunetle ve hayranlıkla izlenir, dinlenirdi.

Bir Av. Orhan Sezal vardı ki, (bilmeyenler için yazıyorum, merhum Ali Sezal’ın ağabeyiydi) insan evladıydı, değer timsaliydi, nesli tükenmiş beyefendiydi, kadirşinas adamdı, nezaket ve toplumsal duyarlılık sahibiydi.

Ne zaman ki siyaset, siyaset olmaktan çıktı, ne zaman ki toplum ilmi siyasetle tanıştı, ne siyasetçide, ne seçmende itibar, güven, samimiyet kalmadı. Yüze karşı bir başka, arkasından başka türlü konuşmalar, kendi içinde yaşanan hizipler, isyanlar, küfürler, başkaldırılar, siyaseti bitirdi, iki yüzlülük de siyaseten meslek haline geldiği için itibarsızlar kervanına katıldılar.

Siyaseti de tarif ederken, ‘adam satma sanatı, telefona çıkmama, her talebe, her isteğe ‘tamam, o iş bende, başüstüne’ samimiyetsizliği olarak yorumlayanların sayısı arttı, bu sanatı icra edebilecek yetenekteki insanlar da siyasetçi olarak ya karşımıza çıktı, ya dayatma ile bize servis edildi.

Seçmenin tercih hakkı yok sayıldı.

*

Neyse, yereli bırakıp genele devam edecek ve özetleyecek olursak; kastettiğim A veya B partisi değil, siyasetin temel taşı ahlak ile politika son derece yozlaşırken, politikayı ticarete çevirdiler. Parayı veren düdüğü çalıyor, istediği yerden ve sıradan milletvekili adayı, belediye meclis üyesi gösteriliyor.

Daha yakın zamanda bir 10 milyon hikâyesi unutulmadı. Kim aldı, kim verdi, niye verdi, bir türlü netlik kazanamazken, ‘parayı veren düdüğü çalıyor’ mantığı geçerli kural haline geldi. Allah’ın işine bakın, dünya tersine döndü galiba, olacak ya parayı veren düdüğü de çalamadı bu kez.

Anlamadığım şey şu; birisi milletvekili veya belediye başkanı ya da meclis üyesi olmak için paraya kıyıyor, evini-arabasını satıp partiye bağışlıyor. Dünyanın parası üstelik. 

Milletin de aklına kırk türlü cinlik, şeytanlık geliyor, başlıyor yoruma; ‘Belediye başkanı ya da belediye meclis üyesi olduğunda, hadi buna milletvekilliğini de ekleyelim, ya ihale takip edecek, ya imar tadilatlarından ve imar görecek alanlardan birilerine kuş uçurtarak arada komisyonunu alacak, ya siyasi kimliğini, gücünü kullanarak kupon arsalara çökecek.’

Başka türlü izahı var mı bunun?

*

Anlamadım, duymadım, siyasi ahlak mı dedin. Bak, unuttum, neydi o?