“Feminist” terimi, kadınların erkeklerle eşit yasal ve politik haklara sahip olmasının desteklenmesi anlamıyla İngilizcede ilk kez 1880 yılında kullanılmıştır. Feminist düşüncenin gelişimi sadece inişli çıkışlı olmakla kalmamış, her zaman derin teorik anlaşmazlıklar da içermiştir. Bu anlaşmazlıklar, kadınların farklı toplum ve durumlardaki çeşitli ihtiyaç ve algılarını kısmen yansıtmasıyla birlikte rakip ideolojik geleneklerdeki feminizmin köklerinden kaynaklanmaktadır. Geçmişte olduğu gibi günümüzde de feminizm, kabul görmüş bir dizi gerçekten ziyade, sert münakaşaların yapıldığı bir alandır.
Yani feminizm bir teori değil bir felsefedir ve bu felsefe ki belki kısaca felsefenin kavram oluşturma süreci olarak görmemiz gerektiğini belirmem gerek yani bizin etrafımda duyumsadığımız ve onları içimizde duygusallaştırdığımız şeylere akıl ile bir isim oluşturma bir kavram oluşturmadır. Belki de toplumumuzda en çok duyumsadığımız hissettiğimiz şeyde kadınlara yapılan haksızlıklardır. Bu kadın haklarındaki adaletsizlik duygusu bizi feminizm kavramına götürmüştür. Tabi siyasi süreç içinde birçok feminizm hareketi çıkmıştır. Aydınlanmacı liberaller erkek ve kadının ruhen ve aklen eşit olduğunu, haysiyetli bir varlık olarak yaşamı savunmuştur. Tabi feminizm içinde radikal düşünceleri olanlarda ortaya çıkmıştır ancak radikal feminizm destek pek görmez felsefenin önemli bir taşı olan Marx’ı biliriz ki sosyal hayatı üretim araçları üzerinden ele alır servet düşüncesin ortaya çıkması ve sermayeleşmede kadının çocuklara bakan ve ezilen bir statüde olması kapitalizm gelişimi için ve hakim düşünce için gereklidir. Bu gerekliliğe dikkat çekerek özgür bir toplumun özgür ve haklarına sahip kadınlardan geçtiğini vurgular tabi feminizm kültürel, sosyalist, varoluşçu şekillerde kavramlaştırılmaya çalışırsa da ortak dert duygu aynıdır ötekileştirilen, sadece çocuk doğurup ev işi yapan ve yerinin de hakkının da sadece bu olması fikrine karşı kadının haklarının savunulmasıdır.