Türkiye’de kabaca her yıl eğitim sistemine 1 milyon 50 bin öğrenci kaydolmaktadır. Bu büyük potansiyel nasıl değerlendirilmektedir?

Son yazımda Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın, “Dünyada donanımın sadece diplomayla ölçüldüğü dönemler çok geride kaldı. Artık bireysel birikimler, kabiliyetler, beceriler çok daha önemli hale geldi” (bk 08 Mart 2024, https://twitter.com/iletisim/status/1766116592167911533) ifadesinden yola çıkarak üniversitelerde reform yapılmasına dikkat çekmiştim.

Eğitimde tüm alanlarında reform konusunu birçok yazımda değerlendirmiştim. Bunlar elbette sadece düşüncelerimdir. Fakat Sayın Cumhurbaşkanının görüşleri MEB, YÖK, ÖSYM ve üniversitelerin somut bir adım atması yönünde bir anlamı olmalıdır.

Yaşadığımız sıkıntıların çoğunun kaynağı ve çözümü eğitimde saklıdır” (2002 yılı Seçim Beyannamesi). Bir akademisyen olarak bu tespiti alkışlıyorum. Eğitim-öğretim konusunda, tarihi nitelikte değişimler/reformlar yapılması konusunda geç kalınmaktadır.

Değişim ve reform yapılmasını -hele hele konu eğitimse- ülkemiz için kıymetli bulmaktayım. Bundan dolayı önceki yazılarımı da okumanızı öneririm. Bu kapsamda bu yazımda eğitimde reform konusunda bazı düşüncelerimi sizlerle paylaşacağım.

Nitelikli Eğitim Her Türk vatandaşının hakkındır ve Dünya devleti olmak için bir zorunluluktur.

Hedef

Eğitimde temel yaklaşımlar (önceki yıllardaki belirlenen) sürdürülebilir: "Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller yetiştirmek. Halen uygulanmakta olan önyargılı ve ezbere dayanan yaklaşım terk edilecek, evrensel değerleri öne alan, insanı merkeze yerleştiren demokratik ve çağdaş bir yaklaşım”.  Bu amaçları ilkesel olarak önemli bulmaktayım.

Nitelikli eğitim hedefine ulaşılabilmesi için yapılması gerekenler özet olarak şunlar: Üst kademelerde toplanan yetkiler, alt birimlere ve taşra yönetimine dengeli olarak aktarılmalıdır. Eğitim statik değil dinamik bir süreçtir. Bu nedenle eğitim (müfredat) programları sürekli olarak yenilenmelidir. Öğretmen sayısı yeterince artmıştır ama nitelikleri aynı oranda artırıl(a)mamıştır. Zorunlu eğitim gözden geçirilmelidir. Süre uzundur, eğitimle birlikte çıraklı sistemi çok iyi işlememektedir. İlk kademede yönlendirilme ve eleme yeterli değildir. Bu tüm eğitim sisteminin “BOĞULMASINA” neden olacak boyuttadır. Bunun öneminden dolayı verilerle biraz açmak istiyorum.

Yönlendirme

TUİK verilerine göre Türkiye’de 2022 yılı için canlı doğan bebek sayısı 1 milyon 35 bin 795 oldu. Bu doğum oranına göre kabaca her yıl (zorunlu eğitimden dolayı) eğitim sistemine 1 milyon 50 bin öğrenci kaydolmaktadır. Sisteme dahil edilen bu 1.0 milyon öğrenci eğitim sisteminde yönlendirilmeden, elenmeden ve yeterli kazanımlara sahip olmadan sürekli üst sınıfa (eğitim kademesine) sevk etmektedir (transit geçiş). Bunu, üniversite altı eğitimde 17-18 milyon öğrenci bulunmaktadır. YÖK istatistiklerine göre, 2022-2023 eğitim öğretim yılında üniversitelerde bulunan toplam 6.950.142 öğrencinin 6.204.078'i devlet üniversitelerinde, 735.433'ü vakıf üniversitelerinde, 10.631'i vakıf meslek yüksekokullarında öğrenim görüyor.  Önceki yıllarda (ör. 2002’de 1.323.341) nüfus doğum oranı daha yüksek olduğundan sistemde öğrenci sayısı daha yüksektir. Buna rağmen, eğitim sisteminde yönlendirilme ve eleme olsaydı bu kadar öğrenci (7 milyon) üniversitede olmaması gerekirdi.

Boğulmak

Günümüzde öğrenci sayısındaki düzensizlik lise ve üniversite eğitimini hızla boğma (bunalmak) noktasına itmektedir.  Niteliksiz eğitim tüm devlet sistemin gücünü tüketmektedir (soluğu kesilmek). Bir sistemin soluk almasının güçleşmesinden çok tedirgin olmak gerekir. Niteliksiz çıktı (öğrenci/mezun sayısı) gelişmekte olan bir ülkenin beşerî sermayesinin öğütülmesi yanında ekonomi vd kaynaklarının israf edilmesidir.

Milli eğitim üniversite öncesinde sadece bu boğulmayı çözse önemli bir başarı elde edebilir. YÖK de üniversitelerdeki nitelik sorununu çözse önemli bir görev yapmış olur.

Türk Eğitim sistemi, gelecekte bu milletin var olması için bunu başarmak zorundadır.

Son söz: Dozunda olmayan her şey zehirdir.