Eğitim, anne karnında başlayıp bireyin ölümüne kadar devam eden bir süreçtir.

Çocuğun fıtri güzelliği; anne ve babanın doğum öncesi ve sonrası helâle harama dikkat etmesiyle, aralarındaki sevgi saygı bağıyla, iletişim ve duygu kalitesiyle doğru orantılıdır.

Çocuğun ilk mürebbîi, terbiyecisi anne olduğuna göre ‘’eğitim’’ kavramına anne ile başlamak gerek. Sağlıklı çocuk eşittir sağlıklı anne, sağlıklı aile ortamı demektir.

Annenin eğitimi sadece çocuğun değil, toplumun da sigortasıdır. Anne olmak; topluma, ülkeye yürek olmaktır. Anneyi iyi yetiştirmek bu kadar önemlidir.

Bu nedenle kız çocuklarımıza anne olmanın kutsiyetini, şuurunu kazandırma, eğitilme sürecinin ana hedefi olmalıdır. Yaş olgunlaşınca anne okulları devreye girmeli; konu ile ilgili kutsallarım, değerlerim anne olma istekliliğini tetiklemeli, toplumun her kesimi anne olma konusunda aynı havayı solumalı, kitle iletişim vasıtaları, sosyal ve kültürel hayat anne olmayı özendirmelidir.

Kız çocukları iş hayatından önce anne olmayı düşünmeli. Mesleki kaygı ve iş hayatı bunun üzerine inşâ edilmeli. Kızlarımızın ihtisas alanı öncelikle annelik olmalı. Sağlıklı çocuk yetiştirmek, kızlarımızda bir tutkuya dönüşmeli. Eğitim sistemi, iş hayatı, sosyal hayat buna göre yapılandırılmalıdır.

İş hayatı bugün adeta anneliğin ve sağlıklı çocuk yetiştirmenin tıkacı olmuştur.

Adeta annesiz büyüyen ve beş yaşına gelen bir çocuğa eğitimin, okulun çok da etkisinin olmadığını herkes görüyor. Onun için okul öncesinin öncesi, iyi çocuk yetiştirmenin can damarıdır. Onun için okul öncesine kadar çocuğu anne büyütmeli.

***

EĞİTİM SÜRECİ

      Birden beşe, yediden yetmişe eğitim sürecinizi, kitle iletişim vasıtalarınız, yaşayan kültürünüz, sosyal, ekonomik ilişkileriniz desteklemiyorsa, çocuklarımıza model olamıyorsak iş yazboz tahtasına döner;  yani eğitimin bir ayağı yazar, bir ayağı bozar.

Çocuğu çepeçevre saran her şey; ses, görüntü, hareket çocuğu etkiler.

Anneden sonra dört yaş itibari ile yedi yaşa kadar kaliteli insan olmayı öğreten ve yaşatan okul öncesi eğitim kurumları devreye girmeli. Çok hayati olan bu dönemde okullaşma yüzde yüzlere çıkarılmalı.

Bu dönemin öğretmenleri çok iyi yetiştirilmeli. İki yıllık eğitimle geleceğimiz bu eğitimcilere teslim edilemez.

Yedi, sekiz, dokuz yaşında (ilkokul) çocuğa eğitimle beraber kavram, gözlem, sorgulama, öğrenme kültürü verilmeli. On yaş itibari ile de öğrenme alanına geçilmeli. Ortaokul; on, on bir, on iki yaş arası olmalı ve bu dönemde öğrenciyi izleme, mesleki yönlendirme dosyası tutulmalı.

Eğitimin her basamağında küme çalışmalarına önem verilip, çocukları birlikte iş yapmaya, çözüm üretmeye teşvik etmeli.

***

ÖĞRETİM SÜRECİ VE YETENEKLERİN KEŞFİ

    Öğrenme kültürünün verildiği, yetenek keşfinin yapıldığı yaş, on iki yaş destekli on üç olmalı.

Çocuktaki yetenek ve beceri keşfi on üç yaşında bitirilmeli ona göre çocuk mesleki okullara yönlendirilmeli. On dört yaş akademik( lise) çalışmanın başlangıç yılı olmalı.

Akademik çalışmadan kastımız, mesleki formasyonda ihtisaslaşmaya adım atmaktır.

Liselerin tamamı mesleki kimlik kazanmalıdır. Böylece düz liselerin vasıfsız insan yetiştirmesinin önüne geçmiş oluruz. Bu, ülkemin eğitim sürecinin kırmızı çizgisidir.

On iki yıl mecburiyetine, mesleki eğitimde evet, düz lise eğitiminde hayır, diyoruz.

Liseler gibi üniversiteler de mesleki tanımlamaya, daralmaya gitmeli. Bir üniversitedeki bölüm sayısı birbirini destekleyen mesleki alanlarla sınırlı tutulmalıdır. Ve Üniversiteler adeta aynı alana yönelik liselerin bir izdüşümü olmalıdır.

Bu yönelimle zaman, eleman, kaynak, bina, laboratuvar, yetenek israfının önüne geçmiş olacağız.

Öğretimin, mesleki kalitenin can damarı burasıdır.

Üniversite sayısı acilen azaltılmalı. Üniversitelerin ülkeye işsiz yetiştirmesine ve çocuklarımızı oyalamasına son verilmelidir. Kaliteli insan ve meslek erbabı  yetiştirmek, üniversite sayısı ile doğru orantılı değildir.

Teknolojinin son halini, maliyetli araç gereçleri, özellikle dijital eğitimi tüm okullarda kullanmak mecburiyetinde değiliz. Ülkenin ihtiyaç duyduğu eleman sayısına göre bu hizmet verilmelidir. Ayrıca ülke bu ekonomik yükü de kaldıramaz.

Yaklaşık on milyon öğrencinin iki milyonu ile son teknolojiyi buluşturursak, ülkemin kalifiye elaman ihtiyacını karşılamış oluruz.   

Yetenekleri keşfetme mekanizması ve yeteneklerin yetiştirilmesi kurumsallaşmalı. Fen liselerinin yerini alacak olan MUCİT OKULLAR veya AR-GE liseleri acilen açılmalı. Mucit okullarda okuyanların sosyal güvencesi, iş ve mesleki gelişimi, maaşı garanti altına alınmalıdır.

Ehil olmayan, sığ siyasetin ve dış dayatmaların baskısından da eğitim kurumları kurtarılmalı.

Eğitim felsefemiz Amerikan,  Japon, Finlandiya … gibi modellemelerden ve Fulbright şaibesinden kurtarılmalı ve ‘’ Eğitimde Türk Modeli’’ oluşturulmalı. İkinci, üçüncü ülke olma kompleksinden kurtulmalıyız.

Mesleki eğitim sadece okullara hapsedilmemeli, çağın çok odaklı çocuğunu sınıflara hapsedip edilgen hale getirmemeliyiz. Yarım gün teori, yarım gün alan uygulaması, araştırma- geliştirme çalışması muhakkak olmalı. Ayrıca devletin imkân verdiği bu uygulamada iş hayatının konuyu istismarına da fırsat verilmemeli.

Mesleki okullar LGS ve YKS sınavlarını da kaldıracaktır. Sınavlar her meslek grubuna göre çeşitlenecektir. Öğrencinin ölçülüp değerlendirilmesi, basamak atlaması bulma, çözme, üretme becerisine bağlı olmalı.

Böylece sınav odaklı bilgi hamallığı ve öğretim tarzı ortadan kalkacaktır.

Bu arada sınavlara hazırlıkta kurslar konuşulurken, resmi okulunu ihmal ederek özel ders veren ve milyar dolarlık piyasası olan kayıt dışı  özel derslerin konuşulmaması da ülkem adına bir talihsizliktir.

Maarif, marifetli insan yetiştirecektir.  Her lise mezununun bir mesleği olacaktır.

Tamamen Ar-Ge çalışan meslek liseleri ile; bilgi, teknoloji üreten meslek okulları da açılmalı.

Meslek liseleri çeşitlendirilmeli. Söz gelimi; sadece enerji, tarım , hayvancılık, yazılım, yapay zeka, fizik, kimya, inşaat, tohum… liseleri açılmalı.

Bu mesleki alan daraltımı, mesleki ihtisaslaşmanın kalitesini ve bilgi, teknoloji üretimini hızlandıracaktır.

Bu okulları açmadan önce alanında donanımlı öğretmen yetiştirilmezse verilen emek sonuçsuz kalacaktır.

***

EĞİTİM VE ÖĞRETİMİN ÜLKEYE DÖNÜŞÜMÜ

Bir ülkenin hastanesini, hapishanesini, adliyesini, eğlenme yerlerini azaltmayan eğitim o ülkeye bir yüktür.

Eğer bir Norveçli bize göre okumaya, üç yüz kat, bir İngiliz seksen yedi kat ayırıyorsa; Türkiye kitap okumada seksen altıncı sıradaysa; bir Japon bir yılda yirmi beş, bir Fransız yılda yedi  kitap okuyorsa, biz de on yılda bir kitap okuyorsak… eğitim adına bu bir cinayettir; birey ve toplum olarak analitik düşünmediğimizin, akletmediğimizin,  olayları sorgulamadığımızın bir göstergesidir.

Eğitilen her bireyin; coğrafyasına, ülkesine, değerlerine, kültürel aidiyeti; dürüstlüğü, çalışkanlığı, üretimi, öz güveni, erdemi, merhameti üst düzeyde olmalı ki eğitim karşılık bulsun.

Eğitim; gönül, erdem, ahlâk, merhamet, empati… dir. Bu değerlerin olmadığı eğitim değersizdir. Hatta eğitim sistemi ülkeye düşman, adliyeye, hapishaneye, hastaneye, eczaneye müşteri yetiştiriyorsa bu eğitim sürecini iyi sorgulamak gerek.

Devletimin yaptığı eğitim yatırımının sağlıklı dönüşümü; iyi insan, devletine problemsiz ve en az maliyetli vatandaş olmaktır.

Maarif, mârifetli, ruhu ve gönlü diri, irfan ve izzet sahibi, onurlu, toprağına ve mediyetine bağlı insan yetiştirmeli.

Hem Müslüman olacaksın hem de ülkeye, topluma problem, yöneticilere zorluk çıkaracaksın, hem değerlerin ile kavga edeceksin. Bu durum, ülkem adına çok ciddi bir çelişkidir.

Ben, bir Japon kadar dürüst, ödevine ve çevreye duyarlı çocuk yetiştiremedim, yetiştiremiyorum. Neden?

İslâm Müslümanda hayat bulursa, dünyanın en problemsiz ülkeleri, Müslüman ülkeler olur. Çünkü onlar mümindir, emindir, güvenilirdir. Çünkü onlar vicdanları ile kalpleri ile yerinde yönetilir. Öğrencinin akademik başarısını bunlar tamamlamalı.

Eğitimde dönüşüm tasarruftur, üretmedir.

Kültürüm kapitalizmin tüketim ve israf ekonomisini kabul etmez.

Eğitim; edilgen olan çocuğumu, etken, üreten, kendisini keşfeden, hayal kurduran, problem çözen insan haline getirmelidir. Şu an bu amaca ulaşamamanın acısını yaşıyoruz.

Eğitimin tüm paydaşları aynı dili konuşmalı, aynı sesi çıkarmalı. Akılla irfan buluşturulmalı. Değerleriyle yaşayan değil, savaşan bir toplum olmak, bir medeniyet krizi, bir sosyal ve ahlaki depremdir.

***

YABANCI DİLDE EĞİTİM

      En sağlıkla eğitim, ana dille yapılır. Ana dil, ana sütüdür.

Bugün ana sınıflarına kadar inen yabancı dil özentisi tamamen bir aşağılık kompleksinin eseri ve Batı’ nın zaferidir.

Emperyalist güçlerin en masum; ama en etkili silahı dilleridir. Emperyalistler ülkeleri dilleriyle sömürgeleştiriyor.

Bu konuda Prof. Oktay Sinanoğlu’nu dinlemek gerekir.

Çocukta öz güven, dili ile başlar. Yabancı dil çocukta, dilin ait olduğu ülkeye özenti oluştururken, kendi diline olan aidiyeti de zayıflatır.

Dil, ihtiyaca dönüşürse öğrenilir. Her çocuğa İngilizce öğretmek Türkçe’miz adına bir intihardır.

Prof. Fuat Sezgin gibi ihtiyaç hissedilirse yirmi yedi dil de öğrenilir.

Dil bir milletin egemenliğinin göstergesidir.

Yabancı hayranlığı, üç yüz yıldır öz güvenimin önünde bir tıkaçtır. Çözüm, sekizinci yüzyılda başlayan, on dördüncü yüzyılda duraklayan, on yedinci yüzyıldan sonra çöken; bilim ve teknolojideki medeni hamlemi yeniden diriltmektir. Bu kültür, öğretimin her aşamasında analist bir yaklaşımla çocuklarıma öğretilmelidir.

***

EĞİTİM VE ÖĞRETİMİN SÜREGENLİĞİ, YAYGIN EĞİTİM

     

      Bu konuya tüm paydaşlarla bütüncül yaklaşmak gerekir.

Eğitim, sadece belli bir dönem örgün eğitime devam etmek değildir. Asıl eğitim yaygın olandır. Hayat boyu eğitim ve öğrenme, mesleki gelişim devam etmeli. Öğrenme zinciri koparsa bireyde sosyal, bedensel ve zihinsel hastalıklar başlar.

Toplumun değerlerinin yaşandığı ekonomik, sosyal, kültürel hayat, insanlar arasındaki iletişim kalitesi her yerde capcanlı yaşamalı. Yetişkinler her konuda çocuklara model olmalı.

Bu toplum, özellikle de yetişkinler yaşanan hayatta değerleri ile kavgalıysa, gençlerden, çocuklardan nezaket, dürüstlük ve çalışkanlık beklenmemeli. Toplum değerleri ile kavga ediyorsa, çocuklara örneklik yapamaz. Onun için de çocukları, gençleri eleştirmeye hakkımız yoktur.

Bireyin ve toplumun her tür probleminin ilacı meşguliyettir. Toplumun hiçbir ferdi sokakta geziyor, işsiz olmamalı.  Hele hele üniversite mezunlarının işsiz olması kangrene dönüşmüştür. Ülke genelinde açılan binlerce ‘’ cafe’’ bunun göstergesidir.

Özellikle yaşı ilerlemiş kız çocuklarının, özürlülerin halk şirketlerine ortak edilip iş üretmeleri sağlanmalıdır. Bu konu yaygın eğitimin çok önemli bir ayağıdır. Çünkü işsizlik bireyleri hayattan koparır, mutsuzlaştırır.

Ayrıca yeni başlayan sosyal ağ esareti, gençleri, yetişkinleri ablukaya almış durumda.

Milletler millet olarak yaşamak istiyorsa milli sosyal medyalarını oluşturmalı, diğer ağları kapatmalıdır. Bu konu ülkelerin bağımsızlık, hürriyet, onur meselesidir. Bir avuç Siyonist, kapitalist çeteye esir olma meselesidir.

***

EĞİTİMİN CAN DAMARI ÖĞRETMEN YETİŞTİRME

        Eğitimin, öğretimin lokomotifi, terbiyecisi öğretmendir. Öyleyse şu an öğretmen yetiştiren  kurumlar nerede?                                 

Öğretmen okulları eğitimin olmazsa olmazıdır.

Bu konudaki tekliflerimizi sıralarsak:

•             Öğretmen okulları, acilen açılmalı ve öğretmen adayında mesleki duygu yoğunluğunun oluşması için muhakkak yatılı olmalı.

•             İlkokuldan sonra çok iyi bir seçimle öğretmen aday adayları belirlenmeli.

•             Ülkenin zeki, çalışkan, istekli, model tiplerinin öğretmen olması sağlanmalı.

•             Öğretmenlik bir ruh halidir. Sadece akademik bir donanım gerektirmiyor. Öğretmen seçiminde bu özellik çok önemlidir.

•             Aday adayları, aday oluncaya kadar eğitim sürecinde gözlenmeli ve elenmeli.  Öğretmenin hasına ulaşıncaya kadar bu devam etmeli.

•             Öğretmenin aday adaylıktan, adaylığa; oradan uzman öğretmenliğe geçişi sürecinde öğretmene verilecek eğitimin her boyutunda; öğretmenin donanımlı, üretken, model olarak yetiştirilmesi için müfredatlar çağı ve çocuğu yakalayacak kalitede olmalı.

•             Öğretmen adaya dönüşünce de öğretmenin atanma kaygısı olmamalı.

•             Atanan öğretmenin ekonomik doygunluğu olmalı ki gözü özel derste, ikinci işte olmasın.

•             Öğretmenlik durağan bir meslek değil, öğrenmeye, gelişime, değişime açık bir meslektir.

Öğretmenlik, ömür boyu devam eden bir öğrenciliktir, bir keşif yolculuğudur. Dolayısıyla öğretmen, yetenekleri, ruhları keşfeden bir kâşiftir.

•             Çocuğun ikinci ailesi sınıftır. Öğretmen,  anne baba yarısıdır.

•             Öğretmen sınıf kapısını açarken kutsal bir mekana girdiğinin şuurunda olmalı. Bir öğretmen adayında bu ruh hali ve meslek sevgisi yoksa o aday öğretmen olmamalı.

İşte, geleceğim olan çocuklarımı eğitecek öğretmen böyle yetiştirilmeli.