Öyle bir dönem yaşıyoruz ki, siyasiler, gazeteciler, iş dünyası ve isminin başında ‘başkan’ yazanlar, gerilimden nemalanmaya çalışırken, bilmiyorlar ki, bu ülke, bu topraklarda yaşayan, bu bayrak altında yaşamını idame ettiren insanlar, gerek siyasi, gerek ekonomik, gerekse sosyal gerilimden rahatsız, tiksinti halindeler.
Bu durum ülkemize, şehrimize hayırlar getirmedi, getirmeyecek.
Bakıyorum, siyasiler arasında bir söz dalaşı, birbirlerine karşı ekilen nefret tohumları, verildiği iddia edilen samimiyetten uzak birlik-beraberlik mesajları, ‘biz bir aileyiz’ safsatası, insanları bölmekten öteye gitmiyor.
Çoğu kendi içinde paramparça…
*
Yüz yüze başka, sırtını dönünce başka düşünen, konuşan diller, siyaset dilini kirlettikleri gibi, insanlar üzerindeki samimiyet testlerinden sınıfta kaldıklarını nasıl düşünmezler, nasıl görmezden gelirler!
Geçenlerde bir ilçe belediye başkanımız aradı. Hem de sabahın tam tamına 04’ünde. Yani sabahın köründe amiyane tabirle…
Hava aydınlanınca, “Başkanım, hayırdır, bu saatte deprem mi oldu, darbe mi yaşadın, kıyamet mi koptu da bu saatte beni, üstelik sesli mesajla arama gereği duydun!” dediğimde, sesi kötüydü, bozuktu.
“Bir yere gidip geleceğim, seni mutlaka ararım Mehmet abi” demiş, kapatmıştık.
*
Ekonomik, ailevi ve sosyal sorunlar sebebiyle insanlar gergin. Patlamaya hazır bomba adeta. Hal hatır sorsan, selam versen küfrediyorsun sanma derecesinde insanoğlu. Esnaf desen, zaten canı burnunda.
Dokunsan, bin ah işitiyorsun!
Komşuluk ilişkileri bitmiş, tükenmiş. Toplumda bir güvensizlik hakim. Sevgi, saygı başını alıp uzaklara kaçmış! Kurumlar ve siyasiler günü kurtarma peşindeler. Cek’li, cak’lı içi boş sözler, herkese yeşil ışık yak, herkese göz kırp, herkese ‘senin işin tamam, o iş bende’ umudu pompala ama yapma, aldığın bilgileri iki adım gitmeden çöpe at, halka sahip çıkma…
İş dünyası kendi havasında, dünyasında üretme, istihdam ve ihracat peşinde. Siyaset çok da onları ilgilendirmese de, gelen talep ve ihtiyaçlara ‘yok’ deme şansları yok, hatta sıfır.
Sivil toplum kuruluşları kabuklarına çekilmişler, ne proje üretebiliyorlar, varsa ellerinde proje bunu hayata geçirebilme adına bir adım atıyorlar, basından da kopuklar zaten, koltuk rahat, ismi önünde ‘başkan’ sıfatı var, oh gel keyfim gel…
Ne etki var, ne yetki. Aşure kazanı kaynarsa, icraat, hizmet tamam demektir!!!!!
*
Basın çok da farklı değil. O da kendi içinde darmadağın. Bakın, basın mensuplarını temsil ettiğini ileri süren, iddia eden 5-6 kuruluş var. Sosyal medya hesabında kendini gazeteci yerine koyanlar, bilgisayar klavyesini tehdit unsuru olarak görmeye, sürdürmeye devam ederken, işini layıkı ile yapan, ekmeğinin p eşinde olan dürüst, etik kurallar çerçevesinde yaşama tutunan meslektaşlarım elbette var. Zaten onları tenzih ediyoruz.
Ama ipini koparanın gazeteci olduğu, kesildiği camiada, ne yazık ki bilgisayar tuşları tehdit aracı olmaya, biri silah gibi kullanılmaya devam etse de, vatandaş kimin ne, hangi çapta, kimin özgül ağırlığı fazla, kimin çapı ve karekökü yüksek, farkında…
Kendinin farkında olanlar ile farkındalık yarattığını zanneden zavallılar da var ne yazık ki…
*
Muhalefet partileri sessizliğe bürünmüş. Sesini çıkaran, şehir için düşüncelerini paylaşan yok. Arada cılız sesler çıksa da, bildik, aşina öneriler, tepkiler vs… Elle tutulur, gözle görülür iktidarı çalıştırıcı, yönlendirici öneriler sunmaktan acizler. Yukarıda da söyledim, günü kurtarma, varlığını hissettirme beyhude çabası içindeler. Basit, ucuz birkaç görüntü ile Ankara’ya görüntü verdikleri hissi ile tatmin olanlar, konuşmaya cesaret edemiyorlar. Biz, konuşsunlar ama çam devirsinler, kırıp döksünler, bölüp parçalasınlar demiyoruz. Haşa! Konuşan Türkiye’yi isteyen kendiler, ama susanlar da…
Silik, korkak siyaset…
Son olarak şunu söylemek istiyorum, bırakın dış güçleri, bırakın başka lobileri, biz birbirimizi sevmiyoruz, birbirimize saygımız yok. Önce kendimizi düzeltelim, gerisi mutlaka arkadan gelir!
Kapıyı aralık (ığdırılık) bırakırsanız tabi.