Başlık ve aşağıda okuyacağınız yazı, sevgili meslektaşım Serdar Bursalı’ya ait. Düşüncelerine eyvallah derim de, kusura bakma koçum, bu şehirde beka sorunu değil de, zekâ sorunu var!
Şahsım şehrimin insanının devlet ile millet ile bayrak ile vatan ile sorunu yok, sıkı sıkıya bağlılar. Bekadan ötürü kimsenin kuşkusu olmasın, beka ile endişe edilmesin!
Geçeceksin bekayı, zekâya bakacak, kafa yoracaksın! Asıl ve birinci önceliğimiz, meselemiz zeka!
Ona kalırsa, şahsım şehrimin insanı bekasının zekatını verse, bir milyon ton zeka fışkırır kafalardan.
Ama siz yine de sevgili Bursalı’nın yazısını okuyun, altına ilave edeceğim cümleleri de yabana atmayın!
*
“Bugünün yazı başlığını çok sevdiğim bir dostumdan aldım. Katılır mısınız bilmem ama sizce de Kahramanmaraş’ın bir beka sorunu var mı? Yani geleceğimiz için endişe duyuyor muyuz?
İçinde bulunduğumuz durum hepinizin malumu. Depremler yaşandı, yıkımlar oldu. Canımız dediğimiz nice insan hayatını kaybetti. Enkaz olan sadece binalar ve iş yerleri mi? Tabi ki hayır. Bizim de enkazdan farkımız kalmadı. Zihnimiz ve umutlarımız da enkaza döndü.
Umudumuzu diri tutacak elle tutulur, gözle görülür adımları hâla göremiyoruz. Şehit merkezine girmeye korkuyorum. Anılar, hatıralar ve gelecek kaygısı resmen ruhumu boğuyor tabi ki ağır hasarlı yapılardan yükselen ve nefesimizi kesen toz bulutlarını da eklemek istiyorum. İnsanlar şehrin merkezine giremiyor. Korkular tetikleniyor ve ruhları daralıyor.
Yıkımın en şiddetli yaşandığı Trabzon Caddesi ve Azerbaycan Bulvarında ki konteynerleri görüyorsunuz. Depremin üzerinden dört ay geçti ama yürüyüp birbirimizi gördüğümüz, alışveriş yapmasak bile selamlaşalım, sevdiklerimizi görelim dediğimiz ana caddelerimiz boş ve derme çatma konteynerlerle dolu.”
*
Sevgili Bursalı devam etmiş, şunları ilave etmiş yorumuna; “Ne zaman şehrin kalbine yolum düşse içimden bir ses dört ayda bu kadar ilerleme varsa bu caddeler yıllarca ayağa kalkamaz diyor. Umudumu kaybediyorum. Bu konteynerleri kurduk ve esnaflara verdik peki yarın bir gün projeler ortaya çıktığında ne yapacağız. Söyleyeyim her şey sil baştan. Yine aynı manzarayı yaşayacağız. Madem bu kadar bekleyecektik neden konteyner yerine binaları dikmedik?
Dört ayda konteynerlere yerleştiremediğimiz esnafları yarın nereye götüreceğiz? Dört ayda bu caddelere üç veya dört katlı binaları yapıp merkezi bir an önce ayağa kaldıramaz mıydık? Bu soruların ardı arkası gelecek. Çünkü elimizde soru işaretlerinden başka bir şey yok!
Evleri şehrin dışına yapıyoruz peki yarın bir gün şehrin merkezi yeniden ayağa kalktığında ne yapacağız? Sizce de bu işte bir yanlışlık yok mu?
Sıkı bir AK Parti dostumun o can yakan sorusunu size de sorayım. Gördüğümüz manzaraya bakarsak sizce de Kahramanmaraş’ın bir beka sorunu yok mu?
Umarım yeni dönem beklentilerimizi karşılamasa da ihtiyaçlarımızı karşılar. Kahramanmaraş bu bilinmezlik tablosundan kurtulur ve hızla ayağa kalkar. Dilek ve temenniden daha fazlasını bekliyorum!”
*
Sıra geldi benim yorumuma; Geçmişte de kaldı, siyasilerimiz Ankara’ya gittiklerinde, ya da şehre dair başarı hikâyesi yazmaya kalkıştıklarında, gittikleri veya şehre gelen bakanlarla, üst düzey STK kanaat önderleriyle, akademisyen veya gazeteci takımı ile görüşürler, konuşurlar, öpüşür sevişirler, sonra da derler ki, ‘Falan falan ile istişarelerde bulunduk!’
Tamam, istişare sünnet de, farzının farkına kim varacak, sünnetten önce mi farz, farzdan sonra mı sünnet!
İstişare diyorsunuz görüşmelerin adına. Neyi görüştünüz, neyi istişare ettiniz? O belli değil, meçhule giden bir gemi sanki.
Tamam görüşün, gidin, konuşun, istişare edin de, gittiğinizde heybenizden bu şehre ne getirdiniz. Ya da bu şehri çok sevdiğini söyleyenler ne getirdiler?
Elleri boş mu geldiler, giderlerken fıstık ezmesini, dondurmasını, tarhanasını alıp gittiler mi?
Ye, gez, toz, iç, sonra da ‘istişare ettik!’ de çık aradan! Oh, ne âlâ memleket!
*
Kimse de sormuyor herhalde ki, gelenler önce bir yağ çekiyor bize, Sütçü İmam’dan, 12 Şubat’tan, (yahu güçlendirilmiş, sağlam stadyumunu bile yıktınız be!) Senem Ayşe’den dem vurup, iki kilemi de pohpohlayınca bizi, zaten cücük kafası kadar aklımız var, ondan da oluyor, ‘Ede gelirken bize ne getirdin!’ diye sormayı da unutunca, ya da gittiğimizde istişare sonrası bir sonuç bildirgesi, kamuoyunu bilgilendirme olmayınca, istişare ile yatıp kalkan aklı yetenlerimiz, akil insanlarımız, şehrin hafızası dediğimiz kitle, bol bol fotoğraf çektir, genel merkeze ve patrona görüntü ver, hadi koçum, sen sağ ben selamet sonrası.
Olan da, bizlere, yani yalnızlar rıhtımında gemi bekleyen umutsuz yolculara oluyor.
*
Bizim vatan, bayrak, millet, devlet sevgimizden, tutkumuzdan kimsenin endişesi, kuşkusu olmasın! Müsterih olun! Fakat beni-bizi anlamadığınız için, duymadığınız için (işinize gelmez çünkü) mutlaka senin-sizin zeka sorununuz var!
Suya imza atmak mı, siz devam edin dostum, devam!