Zemheri gününde temel atılmaz, beton dökülmez! Atarsanız, dökerseniz, o beton sağlıklı olmaz. Üzerine bina inşa etseniz de içinde oturanlar korku ve endişe içinde olurlar.
Bağlara, yazlıklara, tatile ve balayına yaz mevsiminde gidilir.
Gül bile mevsiminde açıyor! Güz gülleri bile… Aşk bile mevsiminde güzel…
Nihayetinde onun da bir yaşı var!
*
Pamuk… Kahramanmaraş sanayi kenti, bir zamanlar pamuk ekimi çoktu. Tekstil fabrikalarına pamuk yetiştirilmezdi, şimdi ekim alanları daraldığı için tekstilciler pamuklarını Yunanistan’dan, Amerika’dan, Brezilya’dan veya ‘zenkli’ olsa da Türki Cumhuriyetlerinden alıyorlar. Pamuk toplamak için özellikle Şanlıurfa’dan yevmiyeciler gelirdi. Tarla kenarına kurdukları çadırlarla pamuk toplanır, işleri bitince memleketlerine dönerlerdi.
Şimdi pamuk ekseniz, toplayacak amele yok, kalmadı. Pamuk tarlada kalıyor!
Beton dedim, temel dedim örneğin. Mevsimlik işler bunlar. Kış gününde ne attığın temelden, ne döktüğün betondan verim alabilirsin! Bir müddet sonra tel tel dökülür. Ama yazın, iş mevsimi, tarla, bağ bahçe mevsimi. Harman mevsimi.
Bunun bir de hasat mevsimi var!
*
“Tamam da, mevsimlik siyasetçiler nasıl oluyor?” diye sorarsanız, ona da verilecek cevabım var. Çünkü zurnanın zırt dediği yerde sordunuz soruyu!
Her devrin siyasetçilerini bir tarafa bırakıyorum. Yağmur nerede ise tarlayı oraya çekenler var şahsım memleketinde.
İflas etmiştir, bitip tükenmiştir, ama siyaset onu iflastan kurtardığı gibi, toplumda da aranır adam sahibi yapmıştır. Çünkü her iktidar kendi zenginini yaratıyor!
Şimdi itibar siyasete, siyasetçiye. Parası, makamı, mevkisi, kredisi ve çevresi olana. Ye kürküm ye misali…
Şöyle oluyor, bu tip siyasetçiler aynı bizim gazeteci milleti gibi, yıldız gibi bir parlayıp, bir sönüyorlar. Koltuktan güç alırlar, olmadığı için koltuğa güç verecek özgül ağırlıkları yok!
Kayan değil, kaypak yıldız gibiler. Onların itibarı da mevsimlere göre şekil, renk ve cinsiyet değiştirirler.
Gece külahlı, gündüz silahlı gezerler!
Gündüz namazda, cemaatin içinde, gece meyhane köşelerinde. Sorsan, su içiyordum der, sorsan pudra şekeri çekiyordum der. Aklı sıra seni, beni kandırır, enayi yerine koyar, aklımızla dalga geçerler.
Ama partilerde yer bulurlar, nerede avanta var onu takip ederler, arabanın en lüksüne biner, konutların en pahalısında otururlar, kul hakkı yiyerek göbek bağlarlar, sorduğunda dini, imanı, kul hakkını, merhameti, vicdanı, vefayı ve kutsal kitabı senden benden iyi anlatırlar! Sanki Bağdat müftüsü her biri…
Kendine dürüst, kendine Müslüman cinsinden!
*
Bu şehirde gazetecilik yapmak zor diyorlar da, değil… Bazen aynı fikre benim de katıldığım olur, sonra uzun vadede düşününce, aslında biz bu şehir için, bu siyasetçiler, bu bürokratlar için, bu sivil toplum kuruluşları için, bu iş dünyası için sulu nimetiz.
Pandemi yokken dahi her cebinde birkaç maske taşımayı siyaset zanneden ve bizi beğenmeyenler, bize ayar verdiğini sananlar, bize gazetecilik dersi vermeye kalkışanlar şunu iyi bilsinler ki, onlar gazeteci görmemişler, basın tanımamışlar. Vallahi de billahi de biz bu şehirde sulu nimetiz. Alın da başınıza taç edin!
İktidarın da haberini yaparız, muhalefetin de. Yorum da ekleriz, haberin de en kralını sayfalarımıza, sitelerimize koyarız!
Bunu yaparken kimseye ne hesap verir, ne de danışırız! Bizim de kırmızı çizgilerimiz, bizim de kendimize göre ve oranla özgül ağırlığımız var.
Kimseden gazetecilik dersi alacak değiliz, kimsenin davulunu çalacak değiliz, kimsenin ne emir eri, ne emir kuluyuz, kaldı ki bizim aklımız da bize yeter!
Herkes kendi aklını kendine saklasın!
Yine diyorum, siteme eyvallah, ama hakarete, ama yok saymaya, ama tavır almaya, ama itibarsızlaştırmaya gelince mesele, bizde kralı var!
Bizim de elimiz armut toplamıyor!
*
Mevsimlik gazetecilere gelince. Yazın başka, kışın başka şekle bürünürler. Ya üşüdüklerinden, ya yandıklarından olsa gerek, bakarsan, sorarsan herkes kendini birinci sınıf gazeteci yerine koyuyor. Büyükler küçüklere sevgi ile yaklaşmıyor, küçükler büyüklere saygı göstermekte cahil kalıyor, emeğe saygıyı zaten unuttu millet, kendini geliştirme, yenileme diye bir kavram var ki ona da yabancılar, iki arada bir derede kalıp vakit öldürüyorlar.
Rüzgâra göre yön değiştirseler de, zaman zaman inadına inadına suyu tersine akıtsalar da, yine diyorum, ben gazeteci arkadaşlarımla gurur duyuyorum. Hepsi de ekmeğinin peşindeler. Mevsimlik de olsalar, harmanı ve hasadı bilirler.
Ürünün, malın iyisinden de anlarlar!
Siz anlamasanız da, anlamak istemeseniz de!!..