İktidarı veya muhalefeti fark etmiyor, siyasiler olumsuz niteliklerinin, hatalı yönlerinin, kırdığı potların eleştirilmesini okumak, duymak istemiyor.
Siyasiler öyle de iş dünyası farklı mı, değil. Sivil toplum kuruluş kanaat önderleri de öyle. Översen iyisin, eleştirirsen, tu kaka, senden kötüsü yok!
Oysa… Siyasi, ticari ve toplumsal eleştiriler çözüm odaklıdır. Olmalı. Demokrasinin gelişmesi için değerli, siyasi reformlar için uyarıcı pozisyonundadır. Eleştiri, dozunda, kıvamında, özel hayata inmediği, etik kurallar linç edilmediği sürece yararlıdır, muhatabına eksikliklerini görme fırsatı vereceği için, yazanlar, eleştirenler de düşman ilan edilmemelidir.
*
Tamam da, o halde eleştiri ülkemizden, pardon şehrimizden neden kovuldu, sürgüne gönderildi, bilen var mı?
Baksanıza, herhangi bir olay, olgu veya konunun eksik ve hatalı yönlerini ortaya koyduğunuz zaman, tehditlere kadar uzanan kaba yorumlara, küçümsemeye, aşağılamaya mahkûm ediliyorsunuz. Yok sayılıyor, bir itibarsızlaştırma yarışıdır giderken, eleştirdiğiniz kişilerin maşaları, yalaka ve yavşakları da sizi hedef tahtasına koyuyor, bedel ödeme gayretine giriyor.
Her taşın altında ‘düşmanlık’ arayınca ne oluyor, düşünce önderliğini, özelliğini yitiyor, bu yoksunluk siyaseti çölleştirmek ile sınırlı kalmıyor, kirletiyor, itibariyle eleştirel akıl katlediliyor.
Aynı mesele övgü için de geçerli. Sınır tanımayan, vıcık vıcık yağ kokan övgülere de kimse itibar etmiyor. Ha, başarı alkışlanacak mı, takdir edilecek mi, tabi ki evet. Ama ölçü ve sınır aşılmamalı.
*
Partilerin, isimlerin önemi yok, yazı genel, her lider kendine bağlı ‘kapıkulu’ arıyor. Kurşun asker arıyor, askerlik yapmamış nefer arıyor!
Herkes (işadamı, siyasetçi veya adının önünde başkan olanlar) kendilerine arka bahçe arıyor.
Muhalif kanat AK Parti iktidarını, Cumhurbaşkanı sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı eleştiriyor, (Ki ben AK Parti görünümlü AKP’lilerden daha fazla seviyorum Cumhurbaşkanımızı) yerden yere vuruyor! Peki, CHP’nin bu meselede AK Parti’den ne farkı var? Diğer muhalif partilerde tek adamlık yok mu? Her partide totaliterliğe kayma eğilimi varken, hatırlayın, geçmiş senelerde, Cumhurbaşkanı seçiminde, CHP Lideri, iktidarın dilinde ‘Bay Kemal’ olarak anılan, sonra da ‘bay bay Kemal’e dönen Kemal Kılıçdaroğlu, ‘Ben Kemal, geliyorum’ repliği ile gündeme oturmuştu.
Vaktinde Ekmelettin beyi aday gösterdi, millete de ‘Tıpış tıpış sandığa gideceksiniz!’ dedi, seçim ilk turda kaybedildi.
Sonra bugünün Memleket Partisi lideri, o dönemler CHP’de siyaset yapan Muharrem İnce için, ‘Gel bakalım Muharrem!’ dedi, ilk turda seçim kaybedildi.
Sayın Kılıçdaroğlu 14 Mayıs’taki seçimde Cumhurbaşkanı adayı olmak istiyor, olabilir, kendi tercihi, tasarrufu. Peki, 6’lı masa değdiğimiz Millet İttifakı liderleri bu meselede konsensüs sağladı mı, sağlandı mı, işte o karışık mesele.
Seçim takvimi bile net değil kaldı ki… Değişebilir mi, mümkündür.
*
Kimsenin aday olmasına karşı olmak, çıkmak gibi bir niyetimiz yok, haddimiz de değil. Toplumun tercihlerine saygı duyarız. Ama içeride bile, yani şahsım şehrinde dahi eleştirenlere akıldan, vicdandan uzak ‘cadı avı’ yapılıyor herkes ölçüsüz, sınırsız haddini aşan da kabuller, övgü, methiye peşindeler.
Dedim ya, dernekler, vakıflar ve iş dünyası da buna dâhil. Eleştirirsen, ‘Abone olmadı, reklam vermedi’, översen aksi… Ortası yok bu meselenin.
*
Bırakın herkes tadında, dozunda eleştiride bulunsun. Eleştirmek, insanın özgürleşmesidir, eleştirmek sorgulayarak dönüştürmektir. Kritik bir dönemden geçiyor ülke. Eleştiriye düşmanlık edilirse, demokratik bir düzene geçiş hayal olur. Bırakın herkes konuşsun, herkes yazsın! Öyle ki, eleştirmek, gazetecinin, yazarın okuruna, topluma karşı olan sorumluluğudur.
Bu sorumluğu da kimse mahkûm edemez, elinden alamaz!
Bu yazı da, kendini bu şehirden sorumlu zanneden siyaset cahillerine, ‘Para verir sustururuz’ diyen iş dünyasına, görgüsüzlere, bir abone, bir reklam ile basını satın alabileceğine inanan bilumum başkanlara kapak olsun!