Büyükler, göz göre göre gelen tehlikelere, ya da felaketlere karşı tedbir almayanlar için, kimsenin dizini dövmeye hakkı olmadığını söylerler.
Nihayetinde de, ‘Olacağı buydu!’ derler.
Güneşli havada şemsiye taşımanın bir anlamı yok, taşırsanız, size gülerler, aklınızın zoru olduğuna hükmeder, size farklı gözle bakarlar. Önemli olan yağmurlu havada şemsiyesiz dışarı çıkmamak!
Şemsiye dedim de aklıma geldi, bir fıkra daha doğrusu.
Evin beyi kapıdan çıkarken havaya bakmış, biraz kapalı gibi duruyor olmalı ki, şemsiyesini alıp almamakta kararsız, ‘Şemsiyeyi alsam mı almasam mı, almazsam ıslanır mıyım?’ diye mırıldanırken, kendisini kapının eşiğinde uğurlamayı bekleyen evin hizmetçisi; ‘Alın beyefendi alın! Öküze boynuzu ağır gelmez!’ deyivermiş.
Siz bu minnacık fıkradan ne anladınız bilemem de, (Bilsem söylerim zaten, benim gibi ticaret lisesini zar zor bitiren adamdan da ancak böyle anlamsız fıkralar çıkar!) evin erkeğine bir mesaj vermek istediği aşikâr!
*
Konumuza, yani meseleye dönelim, dönmesek maraza çıkacak, ondan korkuyorum!
Tedbir söz konusu olan!
Arabanızın bakımını yaptırmadan, yakıtını tamamlamadan, siz de her ihtimale karşı ne olur ne olmaz düşüncesinden hareketle, azığınızı hazırlamadan yola çıkarsanız, yolda kalacağınız kesin!
Ekmek almadan kahvaltıya oturamıyorsunuz!
Ayakkabı giymeden evden dışarı adam atamıyorsunuz.
Parasını ödemeden bir çay dahi içemiyorsunuz!
Kış günü, yağmurlu-karlı havada kısa kollu tişörtle yola çıkamıyorsunuz. Tehennili davranmak için en azından şemsiyenizi alıyorsunuz yanınıza.
Çocuğunuza harçlık vermeden, beslenme çantasına bir şeyler koymadan okula gönderemiyorsunuz!
‘Bismillah!’ demeden işe başlamıyorsunuz.
Örnekleri çoğaltmak mümkün tabi, uzatmanın manası yok, ayakkabı köselesine değil, meseleye gelelim!
*
Eşek çamura çökerse sahibinden yiğidi çıkmıyor. Bunu niye yazdım, ben de bilmiyorum!
Şimdiye kadar bu şehrin altyapısı yoktu. Büyükşehir Belediyesinin ‘Binevler yolu’ diye tabir edilen güzergâhta başlattığı ve nihayete ermek üzere olan çalışmalar başladığında, her kafadan bir ses çıkmıştı. Tozdan, gürültüden şikâyet edenler çoktu. Park sorunu yaşayanlar, pencerelerini açamayanlar, alışverişleri kesilenler oldu belki ama bu altyapı gerekliydi, zorunluydu.
Zorunluydu, çünkü yağmurlama sistemi yoktu. Şimdi bitmek üzere, hem aydınlatması, hem de yarın başlayacak olan yağmurlarda sel denen felaket yaşanmayacaktı.
Zahmet çekmeden bal yenmiyordu. Biraz fedakârlık, biraz hoşgörü, biraz tahammül, biraz sabır istiyordu hizmetlerin ifası için. Ama millet olarak bu kavramlara uzaktık, hele hele biz…
*
Yine ısıtıp asıtıp masaya getirdi demeyin, 2023’te Onikişubat Belediyemizin büyük emekler verip hizmete sunmaya hazırladığı, turizm, kültür ve ticaret merkezi olarak yorumlanan EXPO için gelecek milyonlarca ziyaretçiyi nereye indireceksiniz?
Havaalanına uçaklar inemiyor, yolcular ya Adana, ya Gaziantep’e gitmek zorunda bırakılıyor, normal zamanlarda bile Ankara ve İstanbul uçak seferleri hava muhalefeti adıyla iptal ediliyor. (17 Aralık cumartesi günü, hem Ankara-Maraş, hem İstanbul Maraş uçak seferleri hava muhalefeti sebebiyle iptal edildi, yolcular günaha girdiler ve komşu Antep’e indiler. Hem de rötorlı)
Ama lafa gelince, ‘bizim sevdamız Kahramanmaraş’ kurtarmadı, ‘Her şey Kahramanmaraş için!’ Yok ya, ananız güzel miydi?
*
Ama bizdeki kafa aynı, değişmiyor. İnşallah ile maşallah ile günü kurtarma siyaseti güdülürken, vatandaş, yani bizler de bu zokayı yutarken, kimsenin sesi çıkmıyor, kimse tepki koymuyor.
‘O iş bende!’ diyen işadamları dert etmiyor olmalılar ki, şimdi bütün gözleri, bütün umudu Ticaret ve Sanayi Odasının yeni başkanı sevgili Mustafa Buluntu’ya diktiler.
‘O çözer, çözsün!’ diyorlar. Çözebilir mi, gücü yeter mi, bürokrasiyi aşabilir mi, dün arkasında olanlar bugün yanında olurlar mı, beklemek lazım. Ama ben sevgili Buluntu’dan ümitliyim, projelerini hayata geçirirken, genç ve dinamik ekibi ile şehrin kangren haline gelen sorunlarının üstesinden geleceğine inanıyorum.
Yeniden başlığa gelecek olursam, önümüzdeki yıl seçim yılı, EXPO yılı. Özetle sayın Buluntu ve genç ekibine çok iş düşecek.
*
Hani evin hanımı çocuğunu kuyudan su getirmesi için eline testiyi vermiş, daha çocuk eşiklikten çıkmadan çocuğa iki tokat atmış. Öyle anlatılır.
Sormuş yakınları, ‘Neden vurdun çocuğa, daha gidip suyu bile getirmedi?’
Annesi de, dikkatli olmasını önerdiğini, bir anlamda uyarı atışı yaptığını söylemiş ve; ‘Testi kırıldıktan sonra suyun ne önemi var!’ demiş.
*
Biz de siyasileri, bürokratları, bu şehirden sorumlu olduğunu iddia eden etkili ve yetkili (Çoğunun yetkisi de yok aslında. İsimlerinin önünde başkan yazılması onların egolarını tatmin ediyor, herkes başkanım diyor ya, onunla mutlu olanların sayısı az değil) sivil toplum kuruluşlarının kulakları üzerine yatmaması için mesaj verdik.
Yarın bir gün, bu şehir halkının siyasi, ekonomik, sosyal ve toplumsal beklentilerine karşılık, cevap verilemez ise, verdiklerini zannedenler de bizi ahmak, aptal erine koymaya devam ederlerse, yazacaklarımızın şimdiden uyarı niteliğinde olduğunu hatırlatmak istiyoruz.
Bilirsiniz, eşek çamura çökerse, sahibinden yiğit olmazmış.