Aile, hem kişinin huzur bulduğu bir ortam, hem de neslin devamı için bir toplumun temelini oluşturur. O nedenle, aileye sahip çıkmak sadece bir sorumluluk değil; aynı zamanda yarına umut olabilmektir.
Zaman hızla akıyor. Günler birbirini kovalıyor. Teknoloji gelişiyor, hayat kolaylaşıyor ama insan ilişkileri ne yazık ki aynı hızda güçlenmiyor. Özellikle de aile bağları, bu çağın sessiz kayıplarından biri hâline geliyor.
Aile; sadece aynı soydan gelen insanların oluşturduğu bir yapı değildir. Aile, değerlerin ilk öğrenildiği okuldur. Merhametin, saygının, sabrın ve paylaşmanın kök saldığı yerdir. Bir çocuk, topluma nasıl bir birey olarak karışacaksa, bunun temelini ailede alır. Bu nedenle ailede başlayan bir zafiyet, doğrudan topluma sirayet eder.
Modern hayat bizlere hız vaat ediyor; başarıya ulaşmak için zamana karşı yarışmamız gerektiğini fısıldıyor. Ancak bu koşuşturma içinde göz ardı ettiğimiz bir şey var: Birlikte geçirilmeyen zaman, çünkü bunun telafisi yok. Yeni bir eşya alınabilir, kaybedilen para geri kazanılabilir ama bir çocuğun büyümesini kaçırmak, yaşlı bir annenin sessizliğine kulak vermemek geri dönülemeyecek kayıplardandır.
Bir zamanlar aile büyüğü sofraya oturmadan yemeğe başlanmazdı. Şimdi ise, sofrada kim var, kim yok, farkında bile değiliz. Oysa aile sofrası sadece yemek yenen bir yer değil, duygu alışverişinin yapıldığı, günün muhasebesinin tutulduğu bir alandı. Bir baba bakışıyla, bir anne dokunuşuyla çocuklarının dünyasına girerdi. Şimdi ise, aynı evin içinde birbirimize yabancılaşıyoruz.
Düşünelim…
İçimizde kaç kişi annesini ya da babasını arayarak, hal hatır soruyor? Kaç çocuk, ailesiyle aynı evde yaşayıp da aslında yalnız büyüyor?
Birey olarak hepimizin aileye karşı sorumlulukları var. Bir baba yalnızca eve ekmek getirmekle değil, evladının gözlerinin içine bakmakla yükümlüdür. Bir anne sadece yemek pişirmekle değil, çocuğuna şefkat göstermekle sorumludur. Bir evlat, ailesine sadece özel günlerde değil, her zaman vefalı olmakla yükümlüdür.
Sıkça duyarız: “Herkes kendi işine baksın.” Ama toplum, sadece kendine bakan bireylerle ayakta duramaz. Komşusunu merak etmeyen, yaşlısını yalnız bırakan, ailesiyle bağını koparan bir insan, yavaş yavaş toplumdan da kopar.
Ne yazık ki bazı değerleri ancak onları yitirdiğimizde anlıyoruz. Bayram sabahlarında çınlayan çocuk kahkahalarının yerini sessizlik aldığında, büyüklerin boş kalan sandalyeleri özlenmeye başlandığında… İşte o zaman, zamanında kıymet bilmenin ne kadar önemli olduğunu idrak ediyoruz.
Unutmayalım:
Ne kariyer, ne para, ne de başarı; insanı bir hastane odasında ziyaret eder. O gün geldiğinde başımızı koyacak bir omuz ararız. İşte o omuz, yıllarca ihmal ettiğimiz ailemizin olmalı. Çünkü aile; her şey bittiğinde bile beklemeye devam eden tek yerdir.
Bugün küçük ama anlamlı bir adım atalım. Varsa annemizi arayalım, sesini içimize çekelim. Hayattaysa babamıza sarılalım, kalbimizi ısıtalım. Yanımızdaysa çocuğumuzla bir oyun oynayalım, birlikte gülümseyelim. Eğer artık yanımızda değillerse, güzel bir duayla yâd edelim.
Eşimizi dikkatle dinleyelim. Yaşlı komşumuza bir tas çorba götürelim.
Çünkü toplum, ancak böyle ayağa kalkar:
Evinde huzurlu olan, sokağa da huzur taşır.