Hayatta kim olursa olsun, makamı etiketi, ünvanı önemli değil, yanlış yapıyorsa, bildiği halde hatada ısrar ediyorsa, uyarılara rağmen bindiği dalı kesiyorsa, o kişinin duvara toslama ihtimali yüksek. Hem de birilerine, bir yerlerine zarar vermek kaydı şartıyla ve en yüksek ihtimalle…

Belediye başkanı mı?

Siyasetçi mi?

İşadamı mı?

Üst düzey bürokrat mı?

Sivil toplum kuruluş kanaat önderi mi?

Kendisine gazeteci etiketi yapıştıran çakmalar mı?

*

Adam alkol almıştır, ama araç kullanıyor. “Dur, bu halinde yola çıkamazsın, kaza yapacak, başını derde sokacaksın, Allah muhafaza ölebilirsin, başkalarının da canına kast edebilirsin. Yapma, gitme!” demelerine aldırmadan yola revan oldun diyelim.

Zaten söz dinlemez biri olduğunu bilmeyen kalmadı memlekette!

O halinle bile yolda zikzak çiziyorsun, makas atıyorsun, sanki ralliye çıkmışsın gibi, sür’at yapıyorsun.

Ya bir duvara toslayacaksın, ya bir başka araca, ya da bir ağaca, olmadı birilerine… Al işte, katil oldun mu şimdi?

*

Diyelim basın mensubusun. Etin ne budun ne; çevren yok, şirazeyi kaybetmişsin, kendini bulunmaz Hind kumaşı yerine koyup, asarım, keserim havasındasın!  Hem savcısın, hem hâkim. Avukatlığa bile soyunduğun oluyorken, eleştiriyi tehdit ve şantaja kırarsan, meyledersen, ya sen duvara toslarsın, ya seni tost makinasına koyarlar.

Haddini aşarsan, sınırı geçersen, ‘Orada dur bakalım!’ çekerler. Ahırdağı dediğin nere ki?

*

Atıyorum, belediye başkanısın! Burnundan kıl aldırdığın yok, kimseye randevu  verme, kapıları kapat vatandaşın yüzüne, aş, iş ve hizmet isteyene, bekleyene ‘Git falan karnını doyursun, git kilit parkeyi ondan iste!’ afra tafraları ile bir yere varamadın da, uyarılara rağmen kimseyi dinlememek bir yana, hep kendini haklı konumuna alıyorsun ya, işte milletin tahammül edemediği, hazmedemediği şey bunlar.

Ama sen ısrarcısın! Tabi ki duvara toslayacaksın. Kaçınılmaz!

*

Diyelim ki üst düzey bürokratsın. Memleket senden sorulur. Hoş kimsenin sorduğu yok da, çünkü birilerine göbekten bağlısın, etkin yok, yetkin yok desem mübalağaya kaçar, telefon gelmeden, kartvizit eline ulaşmadan, birileri gelip kulağına bir şey fısıldamadan adım attığın yok.

Halkın bürokratı da değilsin üstelik. Zaten fikrin de yok, yetkin de. Başkalarının sözcüsü ve noter gibisin maşallah!

Eh, tabi ki toslayacaksın duvara.

*

Siyasileri sütten çıkmış ak kaşık mı zannediyorsunuz. Dünün mücahitleri bugün müteahhit olurken, ‘Artık bu son dönemim, biri daha bu koltuğun yüzünü göremeyeceğim, bir daha aday olmayacağım!’ deyip, bunu kaçıncı kez yineledikten sonra, seçim zamanı, ‘Ben olmazsam bu parti biter, o bakımdan yeniden aday olmam, koltuğu ehliyetsiz ve liyakatsiz kimselere bırakamam!’ doyumsuzluğu ve pişkinliği yaşayan siyasiler, hadi bunlara milletvekillerini de ekleyelim, mental yorgunluk ve yılgınlık yaşadığı gibi, duvara toslaması an meselesi…

Öyleleri de var ki, sorumlu olduğu birimleri hallaç pamuğu gibi attığı yetmiyormuş gibi, başarılı, halkın sevdiği bürokratı bir kıçı kırık çıkarı uğruna harcayan siyasilerin duvara toslamasını bırakın bir tarafa da, kafasının kırılmasına acımam da, duvara yazık!

*

 Her yerde var sivil toplum kuruluşları. Cemiyetler, dernekler, oda’lar, siyasi partiler, birlikler… Toplumsal yaşamın olmazsa olmazı.

Ancak öyle kendini sivil toplum kuruluşu kanaat önderi sayan, başkalarının ayağını kaydırarak, alengirli işlerle, alavere-dalaverelerle, kumpaslar kurarak, ayak oyunlarını devreye sokarak hem üyelerinin özlük haklarına ve özgürlüklerine ihanet eden kimseler, kendine sırf ‘başkan’ desinler diye, başkalarının dümen suyundan hareket edip, onların arka bahçesi konumundan kurtulamayacak kadar karakter yoksunu, uyuşuk, mızmız, yerelden bihaber, kalıbının dahi adamı olmayanlar çıkmaz sokaklara dalınca, eh gitti bizim duvar. Adam tosladı bile!

Olan memlekete, pardon duvara oluyor! Ev sahibi tazminat davası açsa, altı aydan başlar!