Han, bildiğiniz eski dönemlerin oteli. Kırsaldan gelenlerin hayvanları ile konakladığı, barındığı, karnını doyurduğu yerler. Kahramanmaraş’ta da vardı eskiden bu han’lardan. Çünkü kırsaldan gelenlerin, şehir merkezinde tanıdığı  olmazdı, olsa bile parmakla gösterilecek kadar azdı. İnsanları rahatsız etmemek için han’larda kalmayı tercih ederlerdi. Üstelik de yalnız değil, hayvanları yanındaydı.

Şimdi herkesin, özellikle kırsaldan gelenlerin şehirde ya köylüsü, ya mahallelisi varken, otel neyine!

Çat kapı “Selamünaleyküm, ben geldim!” der, zaman ve imkan dâhilinde kalınırdı. Hele bir de çoluk çocuk varsa yanında, ev sahibine yandı gülüm keten helva!

Ama bizim insanımız misafirperver, bizim insanımız kalender, yemeyi, içmeyi sever. Alçakgönüllüdür, yüreği ve sofrası zengindir.

Amenna…

*

Neyse hanlardan bahsedtiyorduk…

Bir zamanlar Taşhan, Tuzhanı, Katibin Hanı, Topal Yasin’in Hanı, Hışır Han… vardı. İçinde geleneklerimiz, alışkanlıklarımız, dostluklarımız, samimiyetimiz, açık sofralarımız olurdu. Özümüz vardı içinde, ruhumuz vardı…

Şimdi bunlardan eser kalmadı. Kimisi yıkıldı yerine çok katlı apartmanlar dikildi, kimisi de benliğinden koparılıp ya işyeri haline getirildi, ya da çürümeye, kaderine terk edildi.

*

Şimdiki nesil han’ı bilmez, hana da sığmazlar zaten. Oteller, pansiyonlar, apartlar ve son senelerde moda haline gelen rezidanslar varken, han kimin nesine gerek!

Rezidans bildiğin…

Tabi ki hana sığmayacaklar. Coşkun, yaşamayı seven, (nasıl bir yaşam kültürü, alışkanlığı ise tartışılır) dünyaya metelik vermeyen, kendini bu ülkenin sorunlarından, sorumluluklarından arındırmış, kültürünü, geleneğini, özünü ve dokusunu kaybetmiş insanların hana sığmasını bekleyemezsiniz zaten.

Bırakın hana sığmayı, ele avuca sığmaz oldular.