İnsanlık tarihini incelediğimizde, ülkemizi ve bütün dünyayı kapsayan bu uçsuz bucaksız coğrafya, farklı yüzyıllarda, farklı millet ve medeniyetler üzerinde birçok çatışma ve savaşa şahit olmuştur. Bu durumu göz önünde bulundurarak, şiddetin bir çözüm aracı olarak kullanıldığını söylemek çokta yanlış sayılmaz. Yüzyıllardır başvurulan bu yöntem ile hâkimiyet kurulan bu coğrafya şiddete meyilli yeni nesillere gebe kalmış, yine yüzyıllardır bu kısır döngü içerisinde bu çocukları dünyaya getirmiştir.
Tarihsel süreç içerisine bakıldığında yeri gelmiş toprak, yeri gelmiş altın, mal mülk ve servet elde etmek ve cinsiyet üzerinde kurulmak istenen hâkimiyet için kullanılan şiddet hastalıklı ruhların bir eseridir. Günümüzde de çaresinin bulunamadığı bu hastalıklı ruh yapısı yaşamış olduğumuz 21. Yüzyıla kadar sirayet etmiştir. Bunun nedeni ise Habil ile Kabil’den bu yana insanlığın genlerine ince ince işlenmiş ve bu dönemde de birçok farklı kulvarda boy göstermeye devam etmiştir. Sonuç olarak şiddetin kökünün, insanlığın varoluşundan bu yana geldiğini görmekteyiz.
Şiddet, insan psikolojisinde cinsellikten sonra gelen saldırganlık içeren en güçlü ikinci dürtüdür. Yani şiddet içgüdüsel bir eylemdir ve insanın gücünün yettiği başka bir varlık üzerinde hakimiyet kurma isteğinden dolayı meydana gelmektedir. Şiddetin günümüzde birinci muhattabı maalesef ki kadınlardır.
Bu konu farklı kulvarlarda ve faklı kategorilerde sınıflandırılmıştır. Bunları birkaç başlık altında toplayacak olursak şöyle diyebiliriz;
-Kadına yönelik şiddet
-Aile içi şiddet
-Çocuğa yönelik şiddet
- Yaşlılara yönelik şiddet
-Hayvanlara yönelik şiddet
-İntihar
Bunları, insanın kendine ve bir başkasına uyguladığı şiddet çeşitleri olarak örneklendirebiliriz. Hepsi birbirinden önemli fakat bizlerin özellikle üzerinde durması gereken kısım ‘kadına yönelik şiddet’ konusudur. Çünkü bütün bir nesli kadınlar yetiştiririz. Kadına şiddet toplumda, öncelikle aile içerisinde başlamak üzere, iş hayatı, eğitim hayatı gibi günlük yaşantımızda yaşamımızı sürdürdüğümüz farklı alanlarda boy göstermektedir.
Kadınlar gün içerisinde fiziki, sözlü ya da yazılı olarak birçok kez farklı şekillerde şiddete maruz kalmaktadır. Şiddete meyilli nesillerin yetişmesine sebebiyet veren nedenlerin temelinde ise ailede görülen anne, baba, abi ve çocuklar arasında geçen şiddet içerikli davranışlar örnek olmaktadır. Şiddetin meydana gelmesinde üzerinde duracağımız bir başka sebepler ise sosyal, kültürel ve aile içerisi ekonomik faktörlerdir. Bunların başında toplumumuzdaki ataerkil mekanizma gelmektedir.
Bu mekanizm ‘erkekliği’ kadına referansla tanımlamakta ve kadına ait olan her şeyin reddine dayandırarak hakimiyet kurmaktadır. Bu durumu, Bourdieu’nun ‘kadınlığın kurucu ögesi olan bağımlı olma, aynı zamanda erkekliğin inşasında rol oynamaktadır’ sözleriyle daha iyi tanımlayabiliriz. Bu bağlamda kadına yönelik şiddet gücün, kaynağın ve iktidarın göstergesine dönüşmektedir. Sonuç olarak günümüzde kadınların maruz kaldığı şiddet kaçınılmaz bir durum haline gelmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında da yerini alan kadın erkek eşitliği kavramı sağlıklı bir şekilde işlevini yerine getirememektedir.
Bugün, dünyada her yıl ortalama 700 milyon kız çocuğunun çocuk yaşta evlendirildiğini görüyoruz. Küçük yaşta evlendirilen kız çocuklarının ortaöğrenim dönemi başta olmak üzere geri kalan eğitim hayatını devam ettiremediği gerçeğini doğurur. Bu durum kadınlarımız üzerinde başka bir kalıcı hasar bırakmaktadır.
Çocuk gelinler, şiddet denen hastalığın yeni filizleri, kadına uygulanan şiddetin ekilmiş ve ekilmekte olan tohumlarıdır.