Sevgili Okurlarım önce bir uyarı yapacağım: “Bu yazıyı sonuna kadar okumazsanız hiç başlamayın… Çünkü anlatmak istediğim tam anlaşılmayabilir…” 

Geçen haftalarda bu köşede “Suya Sabuna Dokunan Bir Yazı…” başlığı altında iki yazı kaleme almıştım… Bu yazılarda aydınlardan toplumun aydınlatılması yönünde beklentiler olduğunu bilmekle birlikte genelde aydınlarda gözlenen tavrın “nedenlerine” dikkat çekmek istemiştim. Bunu bir ölçüde başardığımı Hacı Yener gibi okuyucularımın yorumlarında görmekteyim: “Sayın hocam ironi kokan bir yazı olmuş kaleminize sağlık…”

Bu yazılarımda şu ifadelere yer vermiştim: 

“Bu hikâye ve gerçeklere bakılırsa aydınlarımız “kültürümüzün ve çelikten bürokrasinin” Demokles'in kılıcı gibi üzerlerine sallanan ikliminde yaşamaktadır… 

Bu iklimi toplumumuz niçin görmezde aydınlara (yazar, akademisyen vd) yüklenir? 

Nasrettin Hocanın Fil Hikâyesi uzaylılar için mi anlatılmakta?”

Bazı dostlar bu yazılarda yorumda bulundular: Rize’den Arzu Karataş, Bursa’dan Fatma Güngör, Gaziantep’ten Nevzat Aslan ve Adil Kılıç, Kahramanmaraş’tan Mehmet Dobooğlu ve Celal Kuru… Yorum yapanların hepsine tam tersi düşünceleri savunsalar da teşekkür ederim. Bu yorumların hepsini bu köşede paylaşma imkânım yok…  Bazı yorumları özet olarak sizlerle paylaşacağım:

Karanlıktan aydınlığa

-Nevzat Aslan: “Kaleminize sağlık… Siz olayın bir tarafını yazdınız ama öbür tarafta da olayı özetleyen şu sözler var: Sen yanmazsan, ben yanmazsam, biz yanmazsak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa…(Nazım Hikmet)”

-Celal Kuru: “Aydın, adı üzerinde bilge insandır ve görevi toplumu aydınlatmaktır. Doğru bildiğini toplumun aydınlanması yönünde kullanmasa, o zaman aydınlığı nerede kalır? Kendisine saygısı olanlar, hak bildiği yolda yalnız da olsa yürürler ama dikkatli bir şekilde…”

Arzu Karataş: “Suya sabuna dokunmak lazım bence… Bir şeyi zehir yapan onun dozudur. Toplumun durumuna göre azar azar dokunmak lazım. Hem toplum buna hazırlanmış/sindirmiş olur hem de suya sabuna dokunan daha az tepki alır. İnceden inceye sürekli bir şekilde bilgilendirme, farkındalık oluşturma, bazen kral çıplak diyecek cesareti göstermek gerekir. Bu olmadığında değişme, düzelme ve gelişme olmaz...”

Bu dostlara canı yürekten katılıyorum… 

Aslında “mevcut durumun” resmini çekip iklimin fotoğraftaki solgunluğa “neden” olduğunu vurgulamak istemiştim… Sayın Arzu Karataş’ın “Bazen kral çıplak diyecek cesareti göstermek gerekir. Bu olmadığında değişme, düzelme ve gelişme olmaz” yorumundan yola çıkarak “Şennur Teyze” üslubu ile bir iki şey söyleyeceğim…

Şennur Teyze…

Şennur Teyze kim derseniz Jet Sosyete dizisindeki Şennur Teyze karakterinden bahsediyorum…

Karşısındakine ağır eleştirilerde bulunan Şennur Teyze yazımın başlığındaki gibi Kimseye Bir şey Demiyom…” veya “Ama ben demem…” şekilde sözünü tamamlamaktadır… 

Ben de “kimseye bi şey demiyooom…”

Demiyooom!

Ey kendini memleketin sahibi gibi gören seçkin görünüşlü lümpenler (Ey önemli makamları deruhte edenler!)  “Hangi niteliğiniz var, hangi konuda ehilsiniz, bu memleket konusunda bilginiz/projeniz var mı, bu memleket için hangi işi yaptınız, hangi sorumluluğu üstlendiniz, hangi eseri ortaya koydunuz ya da dar zamanda kime arka çıktınız…” demiyooom…

Ey birlikte yaşadığım toplumum! “Gelen ağam giden paşam, bana değmeyen yılan bir yaşasın, kavurun ekmeğini yiyen kavurun kılıcını çalar anlatışını niye değiştirmiyorsun” demiyooom…

Ey Devletim! “Niçin sosyal adaleti sağlamadın; binlerce personelin ile insanını niçin eğitemedin de sümüklü-sümüksüz tartışmalarını neden oldun; liyakate niçin önem vermedin” demiyooom… 

Ey müfteriler, emek hırsızları, din bezirgânları, dilinde memleket sevdası düşmeyen mürailer, ehliyetsiz makam sahipleri, ahlaksızlar, fırsatçılar, seçkin geçinen lümpenler ve diğer kişilik ve dava yoksunları “Sizlere (alayınıza) bir şey demiyooom…”   Böylelerine “Hoşt” bile demiyooom…

Son Söz: Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az…