Eğitimde “nitelik” konusuna dikkat çekmeye bu yazımda da devam edeceğim. Geçen haftaki yazımda “eğitimcinin niteliğine” dikkat çekmiştim. Bu yazıda eğitimde “nitelikli öğrencinin” önemini değerlendireceğim. Nitelik, iyi olma durumu veya kalite (keyfiyet) anlamındadır.
Büyük eğitim kuramcıları eğitimin başarısı için “öğrenci niteliğine” ilk sıralarda yer vermekteler.
Öğrencinin niteliği
Eğitim/öğrenme psikolojisi alanında önemli çalışmalar yapan Benjamin Samuel Bloom (1913-1999) Tam Öğrenme Modelinde “öğrencinin niteliği” önem veren bir kuramcıdır. Önceki yazımızdan bu uzmanın düşüncelerini incelemiştik. Diğer önemli bir öğrenme kuramcısı John Bissell Carroll’dur (1916–2003). Carroll, psikoloji, dilbilim ve psikometriye katkılarıyla tanınan Amerikalı bir psikologdur. Carroll psikoloji lisansı sonrası psikometri, eğitim ve dilbilim konusunda önemli çalışmalar yapmıştır. Carroll, 1962'de “Okulda Öğrenme Modelini” açıkladı. Carroll’un geliştiridiği “Okulda öğrenme Modelinde” Öğrenci (a-yetenek, b-hazır oluşu ve c-sebat) ve öğrenme süreci (a-Fırsat/öğrenme için ayrılan zaman ve b-öğretimin niteliği olmak üzere 5 temel öğe bulunmaktadır.
Bu modelde öğrenci ile ilgili üç niteliğe yoğunlaşılmıştır. Bu özelliklerden bazılarına (ör. Sebat) “Hayatta Başarının Anahtarları” kitabımda (https://www.babil.com/hayatta-basarinin-anahtarlari-kitabi-ismail-guvenc) üzerinde durduğum faktörler arasındadır. Özellikle hayat yolculuğunun erken dönemindeki gençlere bu kitabı öneririm.
Öğrencilerle ilgili birkaç gözlemi mi öncelikle paylaşmak istiyorum:
Sınıftan kaçış
Bazı günler sabahleyin evin yakınındaki parka giderim. Bu parka yakın okullar var. Ben yürürken parkın erken saatteki misafirleri biz yürüyüş sevenler yanında sırtlarında çantaları ile öğrenciler. Anlayacağınız okula gidinceye kadar gelip parkta oturuyorlar. Bunları sayıları hiçte az değil. Bu gruptakiler “fiziksel olarak da eğitimden kaçınıyorlar”. Birde okulda/sınıfta fiziksel olarak bulunup “düşünce olarak başka yerlerde olanlar” var. Bunların da öğrenme kazanımlarının çok düşük olduğunu bir eğitimcinin sınıfta, sınavlarda ve özel sohbetlerde çok kolayca anlaması mümkün. Üniversite altı eğitimde 17-18 milyon öğrenci bulunmaktadır. Bunların %10’u bu durumda olsa nasıl bir maliyet ile karşı karşıya olduğumuzu siz düşünün.
Bir akademisyen olarak her iki gruptaki öğrenciye üniversitedeki ders ve kampüste de sık sık rastlamaktayım.
Üniversite
Ülkemizin genç nüfusu ve üniversitede öğrenci sayısı oldukça yüksektir. YÖK istatistiklerine göre, farklı kademelerde ülkemizde 8 milyona (7.740.502) yaklaşan üniversite öğrencisi mevcuttur. Üniversite öğrenci sayısını toplam nüfus ile oranladığımızda ABD’nin % 4.30 ve Türkiye’nin ise %9.75 gibi bir değere sahip olduğu belirlenecektir. Ayrıca Amerika’daki üniversiteler 1 milyondan fazla yabancı öğrenciye ev sahipliği yapmaktadır. Almanya’da da üniversite öğrenci oranı %3-4 kadar.
Öğrencilerin derslerden kaçarak veya ilgisiz kalarak yeterliliğe erişmeleri mümkün değildir. Nitekim Okulda Öğrenme Modelinde öğrenmeye ayrılan zamana özel bir önem verilmektedir. Modelin odak noktası “öğrenme için ne kadar zaman gerekir” biçiminde formüle edilebilir. Carroll’a göre öğrenme düzeyi öğrenmede harcanan zamanın o öğrenme için gereken zamana oranıdır (öğrenme düzeyi= harcanan zaman / gerekli zaman). Yani bu öğrenciler okulda tam öğrenmeyi gerçekleştiremeyecektir. Dışarda da bunu yapması mümkün gözükmüyor.
Görünüşte çok sayıda öğrenci mevcut olmakla birlikte eğitim sistemimiz epeyce bir öğrenciyi yeterli kazanımlara sahip olmadan sürekli üst sınıfa (eğitim kademesine) sevk etmektedir. Bu durumu sonraki yazıda irdeleyeceğim. Ama “Her öğrenci talebe midir?” şeklinde bir soru için cevap; talebe (Arapça) öğrenci veya talep eden/isteyen (TDK) anlamında olduğu dikkate alındığında her öğrenci talebe değildir.
Son söz: Talip olmayana talebe denmez.