Bazen dalıp dalıp gidip, canımı sıkacak şeyleri bulup onlara takılsam da, yaşamayı seviyorum, hem de doya doya. Tabi herkesin sevgisinin herkesten farklı olabileceği gibi, sevgiye bakışı da farklı olabiliyor. Dün "sevgi/sevgililer" günüydü, epeyce bilgimiz, kültürümüz arttı, artık sevginin reklam ve yazın bölümünü rafa kaldırıp, gelelim "yaşamayı sevmeye".

Zaman denilen kocaman uçsuz ve bucaksız değirmenin neleri, kimleri nasıl öğüttüğünü görmek için uzağa gitmenize gerek yok. İnsan, gerçekten garip bir yaratık. Neyin ne olduğunu görmek için bakması gereken yerlere değil de, sandığı ve sandırıldığı yerlere bakıyor. Oysa insanın her şeyi arayacağı ilk yer, kendisidir. Bu bilinmediği için mi, yoksa görmezlikten gelmek işlerine geldiği için mi, herkes her şeyi neden bir başka yerlerde arar bilemem. Belki de o yüzden avare avare dolaşılıp, durulur.

Kişi, kendisinin ve varlık sebebinin ne olduğunun farkına varmadığı sürece, eğlenceli bir oyun treninde olduğunun farkına varamaz, ta ki, inene kadar. Bunun, şafağın atması gibi karanlık koridorda da olmasına gerek yoktur. Kendisini, farkında olmadan bam başka bir yerde ve kişiymiş gibi sanması ya da sandırılması bile yeterlidir. Bunun sanal bir ortamda olmasına da gerek yoktur, insanlar çoğu kere yaşadıkları ortamın da etkisi ile kendilerini bu sanal gerçekliğin sonsuza kadar süreceğini düşünürler.