1980 öncesi, hemen hemen her gün liseye giden gençlerin” ağalara (burjuvaya) ölüm, ağalığa son, tek yol devrim” diye slogan atarak geçtikleri bir caddede bulunan evde büyüdüm. Bu sloganları atanların çoğu sosyal olarak binlerce dönüm araziye sahip bir kesimdendi.
Bunları aksine rahmetle andığım dedem ve babam bu ülkenin gerçek yükünü çeken ve devlete bağlı insanlardı. Bu durum ilginçti: Hep hem bu toprakların kaymağını yiyip hem de slogan atmak veya kıt kanaat geçinip tevekkül etmek, devlete ve millete sahip çıkmak.
O yıllarda siyah-beyaz olan televizyonlardan da “hakça düzen” sloganını duyuyorduk. Türk siyasetine damga vuran isimlerden, "Karaoğlan" lakaplı eski Başbakan Bülent Ecevit, "Ne ezen ne ezilen, insanca hakça bir düzen" sloganıyla siyasette damga vurmuştu. Bu slogan 5 Haziran 1977 seçimlerinde CHP'ye %41'lik oy oranı kazandırmıştı. Ecevit bu oranla Türkiye tarihinde sol bir partinin aldığı en yüksek oy oranı olarak tarihe geçti.
1980 sonrası…
Ülkede 12 Eylül darbesi olmuş. Liberal politikalar izlenmeye başlanmıştı. Üniversiteye başlayıp genç bir asistan olduğum yıllarda toplumda düzene bir itirazı gözlemliyordum. Bu kez itiraz ülkenin gerçek yükünü çeken ve çevrede tutulan bir kesimdendi. Onlarda adil düzen istiyorlardı.
Adil Düzen Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın en büyük teziydi o yıllarda. Bu tezi tanıtan kitabın ilk sayfalarında adil düzen şöyle tanımlanmış: “Her dinden, her kavimden ve her seviyeden bütün insanların birlikte barış ve bereket içinde yaşayacağı ve tüm temel hak ve hürriyetlerin sağlanıp korunacağı, İslami, ilmi ve insani yepyeni ve orijinal bir düzendir.”
Tanım böyle! Açıkça söylemek gerekirse adil olmayan -çatışmacı teoriyi de dikkate alırsak- gelir dağılımındaki eşitsizliktir. Gelin son 60 yılda Türkiye’de % 20’lik nüfus dilimlerine göre (5 dilime ayrılmakta) bireysel gelir dağılımına en yoksul ve en engin % 20’lik dilimdeki kesimlere birlikte bir göz atalım:
Adil olmayan ne?
-1963: En yoksul % 20’lik dilimdeki kesim gelirden % 4.5 pay alırken en zengin % 20 kesim ise % 57.5 pay almaktadır. Yani ülkeyi 100 kişi ve geliri de 100 lira düşünürsek zengin 20 kişi gelirin 57.5 lirasını ve en fakir 20 kişi ise 4.5 lirasını almaktaydı.
Sonraki yıllarda rakamlar şu şekilde gerçekleşmiş.
-2002: % 5.3 ve % 50.1 pay almaktadır.
-2005: % 6.1 ve % 44.4’dir. Azda olsa bir düzelme eğilimi var.
-2012: % 5.9 ve % 46.6’dır.
-2019: % 6,2 ve % 46,3 olarak belirlenmiş.
Hala Türkiye'de en zengin %20'lik kesim, en yoksul %20'lik kesimin 7-8 katı daha fazla gelire sahip. En üsteki zenginler gelirin % 65-75’ini almaktadır. Aslında adil olmayan bölüşümdür. Diğer konular bu bölüşümün farkına varılmasını perdelemeye yönelik suni tartışmalardır. Son 60 yılda bu neden düzeltilemedi?
Neden başarılamıyor?
Bu sorunun cevabı uzundur. Yukarda bahsi geçen her iki harekette çok romantik kaldı. Uzatmadan cevap için şu düşüncelere bir bakalım: “Adil Düzen kavramının içi bilimsel olarak, reel politiğin ihtiyaçlarına cevap verecek şeklide doldurulmuş olsaydı, bu tez bugün dünyanın umudu olacak bir sistem önerisi olabilirdi. Milli Görüş hareketi bu büyük ütopyayı kısır bir siyasi harekete dönüştürdü. Ne içini doldurabildi, ne de dünyaya tanıtabildi. Ancak gücü bu kadardı. İnsan kaynağı ve kapasitesinin yettiği kadarını yaptı.” (K. Öztürk, ‘Adil Düzen’ bir ütopya mıydı? 1 Mart 2018 tarihli yazısı).
Bu açıklamalarda bilimsel ve beşeri sermaye dikkatinizi çekmek isterim. Bu iki kavram “Bilim, Eğitim ve Yükselme (Endüstri 4.0'a Doğru)” (Gece Akademi Yayınları) kitabımda merkeze koyduğum iki kavramdır. Beşeri sermayesi yeterli olmayan ve takip ettiği yöntemler bilimsel olmayan hiçbir hareket başarılı olamaz.
Son söz: Bilimsel olmayan düşünceler hayal olur.