Zaman dairesinin sınırları içine girebilme bahtiyarlığı insan olmanın gereğidir. Yaratılan varlıkların içinde Ademoğluna bahşedilen bu farkılılığın önemi çok büyük.
Ömür geçip gidiyor.
Hayal gibi hatırlanan dün ve bizi bekleyen bilinmezler. Telaşe içinde geçen gençlik döneminin ardından gelen geçim zorlukları ve hiçbir şeye fırsat vermeyen hayatın doğal cazibesi. Ömrün kayıp gittiğini anlamak için geçen onca uzun yıl.
Güvenmekle başlayan istikrarlı görevlerle sürdürülen hayatı müslümanca tamamlamak ne büyük saadet! Çok çabuk unutulan, bırakılınca da tutulması zor olan bir bilinç düzeyi insanın önündeki en büyük imtihanlardan biridir. Doğal yapıda var olan “Bağlanma” ihtiyacının kanallarını vehim ve hurafelerle doldurmadan iman hakikatına ulaşmak gerekiyor.
Kendi haline bırakılan insanın imanla olan ilgisi eski kitaplarda anlatılır ama bunun ağır bedeli ise görmezden gelinir.
Kaç insan var imanın çilesini çekerek ateşten gömleği giyebilen?
İslam’ın getirdiği iman vakıası geniş kitlelerce kolay kabul edilir özellikleri taşır. Nebiyyizişan Efendimiz Mekke halkını Allah’ın varlığını kabule, bir tek Allah’a, putları terk etmeye, öldükten sonra dirilmeye, sadece Allah’a kulluk etmeye davet etti.
İlk çağrı gönlünde bu hakikatın çilesi olanlarca kabul edildi, çünkü onları hayatı Peygamberimizin getirdiği dinin kurallarıyla örtüşüyordu. Ebu Zer’in müslümanlığı kabul etmesinden çıkaracağımız derslere muhtacız. İmanı kendimize mesele edinmek, dahası onu bir ulu dava haline getirmek gerekiyor. Akıl önde bu ulu yolda ilerleyerek aşkın dergâhından karar kılmak icab ediyor. İmtihanlarla yanan akıl pişecek, kavrulup “Gönül” haline gelecek.
Varlık Allah’ın boyasıyla motif, motif işlenecek oradan insanlara hizmeti esas alan kavi müslümanlar, örnek nesiller yetiştirilip imtihan dünyasından yüz akıyla geçilecek.
Yunus sûresinin doksan dördüncü ayeti: “Yemin olsun sana Rabbi’nden hak geldi, sakın şüphelenenlerden olma” şeklindedir. İmdi İslamın hayatı kuşatan emir ve yasaklarının bütününe baktığımızda bir sistem olarak müslümanlığın hiç bir şekilde şüpheye yer bırakmadığını görebiliyoruz.
İslam tabii hukuk düzenidir.“Hayır, Rabbi’in hakkı için onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp da sonra da senin verdiğin hükme karşı içlerinde bir burukluk duymadan tam anlamıyla teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.” (Nisa, 4 /65)Bilgi kotaları doldukça İslam’ın getirdiği iman hakikatları geniş kitlelerce daha çok benimsenecek, Allah’ın kulları için arzu ettiği esenliği kuşatıcılığı bütün mahlûkatı saracaktır.
İman kanaatten ibaret değildir. İman, kişiye özel, aile ve toplum hayatında birtakım görevler yükler. Mümin gönül rızasıyla bu görevleri yerine getirerek Allah’ın rızasını ve cennetini kazanır. Günlük hayatın kargaşası elbet bir gün biter ama o gün geldiğinde insan Hak karşısında mahcup olmasın.