Tunuslu tarihçi İbni Haldun’un dediği gibi coğrafya kaderindir, bence de en büyük kader yaşadığın coğrafyadır. İnsanın tüm hayatını etkileyen bir unsurdur. Kadim medeniyetler var olurken acının dibe vurduğu Mezopotamya’da yaşıyorsanız ki bu bizim coğrafyadır, dünyanın en zor kaderine talip olmuşsunuz demektir. Hüznün, acının artık nefes almak gibi bir hal aldığı bu coğrafyada olmak; her an her şeye hazırlıklı olmak demektir. 6 Şubat depremlerinin üzerinden 18 ay geçti, şehrin yapı stoku yerine konmaya başlandı, binalar tek tek dikiliyor. Fakat bir şey unutuldu, insanın mahvolmuş ruhu acı ve ıstırap içindeyken yapı stoku olsa ne olur olmasa ne olur diyesi geliyor insanın. Bunun için gerekli çaba yeteri kadar sarf edilmedi, ya da asıl mühim olan durum bertaraf edildi. Kestirmeden söyleyeyim, parası olanlar danışma ücreti verip bir psikoloğa ya da psikiyatriye gittiler. Ücretler de malum, her gün el değil artık yürek yakıyor. Devlet hastanelerinin durumuna hiç girmeyelim. Parası olmayanlar aldı yüreğini eline ateşlere attı, yandıkça üstünü örttü. Demek istiyorum ki bu insanların kafası iyice kırıldı, kimse farkında değil, biz canlı bombalarla yaşıyoruz. Trafikte, sokakta, markette, pazarda insanlara öte git denmiyor, desen, hakkını savunsan seni oracıkta boğacaklar. Zaten son zamanlarda öyle olaylar oluyor ki akla ziyan. Şehrimde hiç duyulmayan cinayetleri, sokak ortasında bıçaklamaları, intiharları, saldırıları haber kanallarından ağzımız açık izliyoruz. Bu konuda iddialıyım, kimse bugüne dek bu tür olayları bu şehirde bu kadar görmedi, her geçen gün de vukuatlar artıyor. Maraş çevre illere göre asayişi berkemal bir şehir olarak bilinirdi. İdari mercilerden bakınca halk nasıl görünüyor bilmem ama sessizce tertemiz deliriyor. Bunun sonuçları katlanarak ileriki zamanlarda da görülecek ve bir gün önü alınamayacak hale gelecek. Kolay değil bir mahşerden çıktık, ölümle koyun koyuna uyuduk, insan ölümünün bin bir çeşidini gördük daha ne olsun, çaresizliğin kitabını yazacak hale geldik. Nasıl iyileştik demiyorum, iyileşmedi bu insanlar, iyileşmiş gibi rol yapıyor çünkü başka çareleri yok. Yavaş yavaş bitişe doğru gidiyoruz.
Gelelim geleneksel Ağustos Fuarına, öncelikle emeği geçenlerin emeklerine sağlık. İlk fuar 1984 yılı Ağustos ayında açılmış, yirmi yıl sonra 2004 yılında da son kez yapılmış. Yıl 2024 yine aradan yirmi yıl geçmiş ve hepimizin anılarının kahramanı Ağustos fuarı yeniden kapılarını halka açtı. Bu yirmilerde mühim bir tılsım var sanki, ne dersiniz. Bu arada bir şeyi daha fark ettim, Fırat Görgel başkan bu şehirde yaşamını geçirmiş, her anısını, acısını, hüznünü, neşesini yaşamış ve sindirmiş biri olduğu için bunları aklına getirebiliyor. Bu şehrin sokaklarında adımları eskimiş, insanlarıyla ruh bağı kurmuş. Belli ki onun da anılarında Ağustos fuarının tüm renkleri canlılığını hala korumakta, o günleri gülümseyerek yâd etmekte ki bugün bu çalışmaya imzasını attı. İnce bir detay hayatın her alanını derinden etkiler; aynı topraklarda yaşayan ve aynı havayı teneffüs eden insanların heyecanları, acıları, hayata bakış açıları da ortaktır. İşte bu ortak hafıza onları birbirine bağlar. Ortak hafızanın mevcudiyeti ile dertlerini, neşelerini anlatmadan da anlarlar. Aynı şeye gülmüş aynı şeye ağlamışlardır. Dolayısıyla ruhun genetik kodları bizi birbirimize bağlar. Şehrin insanı seçim zamanları tam da bu sebepten bizi anlayan, bizden biri olsun diye bas bas bağırdı. Şimdi bakıyorum ortak akıl bundan memnun, başkan çarşı pazar gezerken halk kendinden birini, bir komşusunu görmüşçesine sıcacık kucaklıyor. Sarılıyor, derdini kendi şivesiyle anlatıyor, şive dedim bakın, ne kadar önemli, kendi dilini anlayan birini görmenin heyecanıyla, şivesiyle anlatıyor insanımız. Buna gönül birliği, kalp tanışıklığı diyorum ben. Ortak akıl yalan söylemez, o ortak akıl oluşana dek bin yıllar geçmiştir. Dünyanın en başarılı yöneticisini getirin şu şehre, emin olun burada uyum sağlayana dek ve coğrafyanın ruhunu anlayana dek zaman gelip geçer. Dil, diş bilmek dedikleri bu olsa gerek, dilden kastım sözcüklerle ifade edilen dil değil, hal dili. Halimden anla dili, damdan düşenin halini damdan düşen anlar dili.
Bu arada Fırat Görgel başkanı tanımam, bir iletişimim olmadı. Muhtemel ki edebiyat ve sanatla ilgisi yok, olsaydı mutlaka irtibatta olurduk, anladığım kadarıyla salt siyasetle ilgili. Ama önemli bir durum var ki bu da göz ardı edilmemeli, beş yıldır Kahramanmaraş Unesco Yaratıcı Şehirler Ağı’na edebiyat alanında girmeye çalışıyor. Konu edebiyat, şiir, malum bu şehir şairler, edebiyatçılar şehri olarak biliniyor ama resmiyette bir kabul yok hala. Biz çalıp biz oynuyoruz. Başkanın bu konuya da bir el atması, elde olan dokuyu daha da ileriye taşıması gerekli. Yani elimizde malzeme var bir helva yapabiliriz. Türkiye’de çeşitli alanlarda 8 şehir bu ağa girmiş bulunmakta. Yanımıza yönümüze bakacak olursak; Hatay gastronomide, Gaziantep gastronomide, Urfa müzikte Unesco Yaratıcı Şehirler Ağı’na girmiş. Ne güzel, tebrik ederiz komşuları. Bu konuda şimdilik bu kadar bir pencere açayım, ileriki zamanlarda detaylı yazacağım.
Ağustos fuarını gezdim, şehrin tek yayınevi olan Kitap Ağacı Yayınlarından çıkan son kitabım “Ya Sonra” yı imzalamak için yayınevinin standında okurlarımla buluştum. İlginin yoğunluğundan dolayı gelen herkese gönülden teşekkürler.
Bu arada oraya gelen insanları gözlemledim, mutlu oldukları her hallerinden belliydi ama gözlerinde derin acıların izi okunuyordu. Bu acı bitmeyecek elbette ama hafifletmek, nefes aldırmak bu insanlara karşı yetkililerin borcu diyorum. Fuara üç günde yüz elli bin ziyaretçi girmiş, mahşeri kalabalık vardı, bu da ihtiyacın boyutunu ispatlıyor. Konuştuğum herkes bu tür programların, festivallerin, konserlerin, kültürel ve sosyal etkinliklerin çoğalmasını diliyor. Psikolojik travmaların aşılması elbette yıllar belki de nesiller alacak ama acilen halkın rehabilite edilmesi lazım.
Memleketime hangi alanda olursa olsun emek veren herkese sonsuz teşekkürler. Bu şehre daha fazla sosyal aktivite lazım, insanların eğlenmesi, kafa dağıtması, gülmesi acil bir ihtiyaçtır.
Hoşça kalın, dostça kalın.