Ekonomik ve diğer birçok alanda 2018’i pek de iç açıcı geçirmediğimiz ortada. Tanımında çok da anlaşamadığımız ekonomik dalgalanmayı, malumunuz, kimileri bir çalkantı, bir türbülans olarak adlandırırken diğerlerinin tam anlamıyla bir kriz olarak görmeleri dikkati çeken yaklaşımlar olmuştur. Bugünkü yazımızda 2018’de yaşanan ekonomik durumun bir özetini yapıp 2019 için öngörülerimizi yapacağız.
**
En son açıklanan işgücü verilerine göre işsizlik oranı %11,4 olarak gerçekleşirken işsiz sayısı ise 4 milyona yaklaşmıştır. Bu verilerin daha Eylül/2018 dönemine ait olduğu gerçeği ile bu yılın sonu itibariyle işsiz sayısının 4 milyonu aşacağını beklemek yanlış olmaz. Bu öngörüyü yapmak sanayi üretimi ve 3. çeyrek (Temmuz-Ağustos-Eylül) ulusal gelir hesabına baktığımızda zor olmasa gerek. Örneğin, sanayi üretimi Eylül ve Ekim aylarında geçen yılın aynı aylarına göre yüzde 6’lar civarında düşerken, biraz geriden gelen ve Temmuz-Eylül dönemine ait verilere göre ise Gayrisafi Yurtiçi Hasılamız (Kısaca GSYH yani reel üretim gücümüz) mevsim ve takvim etkisini arındırdığımızda %1,1 azalmış. Belki de daha fazla beklenen bu düşüşü yatırımlardaki %4’e varan azalmaya rağmen hükümet harcamalarındaki %7,5 artış ile bir nebze normal değerlerde tutmayı başarmışız.
**
Bu verilerin gelecek için pek de olumlu sinyaller vermediği açık. Zira geriden işsizlik rakamlarının geniş anlamı ile daha 3 puan artmasının ekonomistler tarafından dile getirildiğini belirtmek gerekir. Buna 50 milyar ABD Dolarını aşan bütçe açığı ile hala aramalı ve sanayi malına olan ithalat bağımlılığını eklersek, gelecek dönemdeki üretim ve döviz gelirlerinin temel kaynağı olan ihracatın büyük bir tehdit içinde olduğu söylenebilir. Üstelik buna artan anlaşmalı iflas, diğer anlamı ile konkordato rakam ve hacimlerini eklediğimizde yaklaşık 500 bin ile 1 milyon arasında yeni işsizlerin verilere yansımasını tahmin etmek zor olmasa gerek.
**
Önümüzdeki yılın aslında birer görüntüsü niteliğinde olan bu verilerin devletin üretim gücüne fiili katkısı ile atlatılması zor olsa da en etkin çözümlerden biridir. Bu çözümü destekleyen en önemli araç ise gelir yaratıcı para arzının artırılmasıdır. Diğer bir ifade ile enflasyonu baskılamak amacıyla uygulanan sıkı para politikasının tam tersine gelir artırıcı bir yöntemle arzın artırılarak hem enflasyonu kontrol altına almak hem de toplam talebi yani tüketimi artırmak olası bir çözüm olarak karşımız çıkıyor.
Bu yanı ile büyümedeki yavaşlamayı durdurmak ve uluslararası ticarette aleyhimize gelişen fiyat oluşumlarını (ticaret haddini) lehimize çevirerek ücretler genel seviyesini yukarıya taşımak olasıdır.
Verimli bir hafta dileğiyle,
Prof. Dr. Veysel ULUSOY