Geçtiğimiz gün izlediğim bir TEDX videosunda konuşmacılardan bir tanesi şu soruyu soruyordu dinleyicilere: “Neden 1,5 milyon Türk’ün yaşadığı Almanya’dan dünya çapında ün kazanmış ve başarılı onlarca futbolcu çıkıyor da, 77 milyonluk ülkemizden bir tane bile çıkmıyor?
Üzerine durulması gereken bir konu. Tabiki sadece futbol özelinde değil, aynı problemi bir çok alanda yaşıyoruz. Örneğin her yıl İstanbul Sanayi Odası, Fortune, Capital, Platin gibi kurumların düzenlediği, “En Büyük 500 Sanayi Firmaları” listesinde yer alan firmaları bir ara inceleyin. Bu listeye girebilen firmaların 448 tanesi düşük ve orta teknolojili ürün üretirken, sadece 12 tanesi ileri teknolojili ürün üretebiliyor. Başka bir örneği yine spordan verelim. Ne bir olimpiyat oyununda, ne bir tenis turnuvasında ne de diğer spor dallarında kalıcı başarılar elde ediyoruz. Aslında sporla oldukça iştigal bir toplumuz ama demek ki bir noktada hata yapıyoruz ki bu alanda adımızdan pek söz ettiremiyoruz. Yaşamakta olduğumuz olumsuz tabloyu anlatabilmek için başka alanlardan daha bir çok örnek verilebilir.
Peki neden bu olumsuz tablo bizim karşımızda?
Olumsuzluk yaşanan her alanın kendine özgü bir sebebi olmakla beraber, ortak sebep, bir hedefin, vizyonun olmaması. Bir yola çıkarken edindiğiniz niyet çok önemli. Belki de bu yüzden ebeveyn ve öğretmen, kişinin hayatında kritik bir rol alıyor. Onlar keşfediyor sizin neye yetenekli olduğunuzu, eğiliminizin neye doğru olduğunu. Eğer ki bu kişiler gerçekten arzu ve niyetleri iyi tespit edebilen seviyede iseler sizi doğru bir yola sevk edebiliyorlar. Ama eğer öyle değillerse işte o zaman basma kalıp düşünce sistemi ortaya çıkıyor. Herkes gibi olmak gerektiği vurgulanıyor ve farklılık kabul edilmiyor. Gelecekte elektrikli otomobil tasarlayabilecek kapasitede olan başarılı bir mühendislik öğrencisi, üç gün sonra unutacağı teorik bilgilerle dolduruluyor ve vizyonu “elektrikli araba üretmek”ten, “üniversiteden mezun olabilmek”e kayıyor otomatik olarak. Ya da tenis konusunda çok başarılı bir 8.sınıf öğrencisi için tenis sadece bir hobi olarak kabul ettiriliyor. Çünkü ona hiç kimse, “prestijli bir tenis turnuvasında ülkesini temsil etmek ve başarmak” vizyonunu aşılamıyor. O kimseler biliyor ki, eğer bu vizyonu o öğrenciye aşılasa çocuk derslerinden geri kalacak, TEOG’da arkadaşlarından kötü bir sonuç alacak. Özetle alışılagelmişin dışına çıkacak.
En çok duyulan ama gerçekleştirmesi en zor eylemlerden biridir hedef belirlemek. Gerçek manada hedef belirleyen kişi, eğer ki bir de bu hedefi yüksek seviyelerde ise, çokça yorulmayı göze almış demektir. Hedefi ve vizyonu olan sıradanlıktan uzak durur. Rutinin girdabına girdiğini fark ettiği an, bir yanlışın içerisinde olduğunu fark eder ve hemen yeni rota belirler kendine. Çok çalışmak ve düşünerek adım atmak onun hayat felsefesidir.
Yukarıdaki örnekte belirtilen en büyük 500 şirket içerisindeki yüksek teknolojili ürün üretebilen şirketlerin sayısının bu denli az olmasının sebebi, atadan, dededen devrolmuş işe farklı bir gözlükle bakamayıp, rutini devam ettirmek arzusudur. Yaşadığımız şehirdeki ve ülkemizdeki diğer şirketler ÜR-GE ve AR-GE’ye yatırım yapsa, inovasyon gözlüğünü taksa ve bu amaçlar uğruna yüksek bilgi ve deneyime sahip özel personel istihdamı gerçekleştirse daha yüksek teknolojili ürünler üretebilirler. Bunun yanı sıra özellikle bizim gibi Anadolu şehirlerinde faaliyet gösteren köklü firmalar kendi aralarında bir araya gelseler, ortak bir hedef belirleyebilir ve katma değerli, yüksek teknolojili bir ürün üretebilmek için kolları sıvayabilirler.
Yüksek teknolojili ürün üretebilmek hedefini gerçekleştirmenin bir diğer yolu da üniversiteleri işin içine katmaktır. Eğitimin zirve noktası olan üniversitelerde görev yapan akademisyenler maalesef iş dünyasından uzakta durmaktadır. Bu bilinçli bir tercih değil. Yine rutinden çıkamama probleminin bir sonucu. “Şu ünvanla, bu kadar sene görev yaptıktan sonra bir de tez yazarsa şu ünvana sahip olur” kuralını bir kenara bırakıp, üniversiteleri bir özel kurum gibi görüp, iş dünyasından gelen talepleri yerine getiren, onlara know-how sağlayan ve bunun karşılığında gelir yaratan bir üniversite modeli daha çok yarar sağlayabilir. Böyle bir modelde en ufak bir araştırma görevlisinden en kıdemli profesöre kadar tüm kadro bir hedef uğruna bir araya gelse ve iş adamları da onlara destek olsa ülkemizin ekonomik kalkınması adına önemli adımlar atılabilir. Avusturalya, Amerika, Kanada, İngiltere gibi bir çok gelişmiş ekonomi, başarısını buna borçlu.
Sözün kısası, farklı bakabilmek, rutinden sıyrılmak, gerçek manada bir hedef belirlemek ve bu hedefi gerçekleştirebilmek için odaklanmak lazım. Herkese hayırlı kazançlar dilerim.