Televizyonlarda gösterilen bir otomobil reklamından aldım bu başlığı…
Örneğin araban var, bir yere giderken, hele bu yol uzun ise, önce sanayiye götürüyor, herhangi bir yapılabilecek işlemi var mı diye baktırıyorsun. Yakıtını dolduruyor, yola revan oluyorsun. Tedbirini alıyorsun. Sonra kendine yetecek ne varsa, telefonun, gittiğin yerin anahtarı, umutların, hedeflerin, varsa götürebileceğin dostların, kitapların yanına alıyorsun.
Yalnız kalmamak için.
Hedefin yoksa, ileriye yönelik projelerin yoksa kımıldamayacaksın! Çıktıysan bir zorlu ama kutlu yola, tedarikli olduğuna dair önce kendin inanacaksın. Olmadı, gittiğin yerde bu ihtiyaç duyduğun unsurları bulamayabilirsin.
Geri dönmek keyfine kalsa da, bu kararı verirken yalnız olmayacaksın!
*
Bir hedefi olmalı insanın. Bir yol haritası, bir güzergâhı… Yoksa, tedarikli değilsen, hedefin de yoksa hele hele, oturacaksın oturduğun yerde. Bir kere kendine güvenin olacak. Özgüvenin yoksa bırakacaksın her şeyi bir kenara. Özgüven en büyük güç, en büyük sermaye, en çok ihtiyaç duyabileceğin olgu.
Kendine güvenin olacak önce. Sonra başkaları… Başkalarına bunu tesis etmeye cesaretin, zamanın ve imkanın da yoksa, yoldan geri dönmeyi bileceksin!
Pardon diyeceksin!
*
Atıyorum, bir yere belediye başkanı olmayı taktın kafaya. Eh, seni de isteyen çok. Bunu bilmek, farkına varmak bile seni heyecanlandırıyorsa, sana ihtiyaç duyulduğunu cümle âlem biliyorsa, ancak senin o şehri toparlayabileceğine dair varsayımlar gerçek olarak karşına çıkabilecek ise, ne duruyorsun, çalıştır arabanın kontağını, düş yollara…
Ha, diyeceksin ki daha vakit var. ‘Haydi Abbas, vakit tamam…’ şarkısını sen yine dinlemeye devam et de, daha hakem startı vermedi, maçın başlaması için düdüğü çalmadı.
Çalsın, start verilsin, bak arkandan kimler gelecek, kimler düşecek yollara senin için!
*
Geçmişte olanları, yaşananları, yaşadıklarını şöyle bir gözünün önüne getir. Vefa’yı hatırla. İstanbul’daki semti kastetmiyorum. Beşeri ilişkileri, inançları, sadakati, samimiyeti, dürüstlüğü arkana aldıysan, heybene doldurduysan, işte vakit o vakittir derim.
Ama sabret!
Bekle!
Acele etme!
Etme, çünkü hakem daha başlama düdüğünü çalmadı.
Ama hazırlıklı ol, madem sabah çıkacaksın yola, madem niyetin halis, eşin akşamdan yaptığı börekleri koysun çantana. Yolda yersin! Azığın yoksa yola düşmeyeceksin. Acıkırsan market bulamayabilirsin. Buldukların da seni doyurmaz, tatmin etmez bilesin. Her ihtimali düşünmek zorundasın!
*
Öz’e bakacaksın, söze değil. Söz unutulur zamanla, hafızalardan silinir, unutulur gider. Öz öyle değil. Yüreğine nakış nakış işlediğin hizmet etme sevdan, hele sana da ihtiyaç olduğunu biliyorsa yüreğin, insanların sana ihtiyacı da varsa, yanlış giden, ters giden ne varsa senin düzeltebileceğine dair umutlar yeşeriyorsa gönüllerde, şimdiden hazırlıklara başlaman gerek.
Er kalkan yol alıyor misali…
Ve… Dostlarını unutmayacaksın!
Yola yalnız çıkan yolda kalır. Umutlarını, geleceğe dair projelerini de yanında götür ki, ‘Aha senin yerin burası’ dediklerinde boşluğa düşme!
Ölsen de seni bin yıl sağ gibi sevecek dostlarını unutmayacaksın!
Her anını yeni bir çağ gibi sevecek kadirşinas dostların ayakta tutacak, var edecek çünkü seni.
*
Haydi, yolcu yolunda gerek!
Hava kararmadan, kurtlar, çakallar önünü kesmeden, azığını doldurduğun heybeni, seninle olabilecek, seni sen yapacak dostlarını da al düş yollara!
Bak, kendi sahandasın, daha şu dakikada bile 1-0 öndesin! Taraftar da arkanda.
Beklenen sensin!
Umut sensin!
Gelecek sensin!
Ben çok söyledim, sen az anla! Aslında çok anladın, haydi! Bırak oyunu oynaşı, bırak zaman kaybetmeyi, bırak her şeyi bir tarafa, tertemiz bir sayfa aç kendine, dedim ya, beklenen sensin, umut sensin, gelecek sensin!
Haydi, haydi, haydi!!!