Bir konuyu/olayı etkilenenler (mağdurlar), failler ve bundan yararlananlar (fırsatcılar) açısından değerlendirmek daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır…

Kamuoyunda 28 Şubat veya Postmodern Darbe olarak değerlendirilen süreç değerlendirilmesi bu ölçüler çercevesinde irdelenebilir. Türk siyaset tarihine ‘Postmodern Darbe’ olarak geçen 28 Şubat 1997’deki MGK bildirisinin üzerinden 22 yıl geçti. Sürecin 22. yıl dönümü nedeniyle birçok açıklama yapıldı. Bu dönemde mağdur olanların anlattıklarını (ör. Milat, 28.02.2019) üzüntü ile okudum… Bu süreci inceldiğimizde hukuksuzluk ve ahlak dışılığın (sömürü ve fırsatçılık) bir abide gibi ortaya çıktığını görmekteyiz.

Yazının ilk cümlesinde kullandığım ayrımı da dikkate alarak isimlerine yer vermeden bazı mağdurların açıklamaları sizlerle paylaşmak istiyorum:

Mağdurlar

Bir Bayan öğretmen şunları anlatmakta: “…Bugün de geçti, bugün de şükür’ diye diye Kasım ayına ancak gelebildim. Her gün imza, dilekçe ile uyarı, kınama, ceza... nasihatler, tehditler, aşağılamalar… Aralık ayında çok sevdiğim sınıfımdan alıp beni idarede sekreter gibi çalıştırdılar. Çok geçmeden de ilçe milli eğitim müdürünün bölücü teröristmişim gibi hissettiren konuşmasından sonra okula dönüp istifamı yazdım. Bir ay sonra özel bir dershaneden söz aldım. İstifam ile okula iade ettiğim 180 lira olan maaşımın yerine kırk saat derse karşılık 50 lira aldığım dershaneye sevinçle başladım. Sigortasız, yemeksiz, yol parası karşılığında neredeyse iki yıl çalıştım… İşverenlerimiz sözleşme zamanı şöyle söylüyorlardı. ‘Size zaten kimse iş vermez ki, evde oturacağınıza çalışın bu paraya işte.’  Yeniden MEB personeli olana kadar normal bir öğretmenin 10 katı çalıştım.”

Bir başkası; “sürekli ikinci sınıf insan muamelesi gördük” demektedir. Bir diğeri de “insanlığa yakışmayan muamelelerle karşılaştım” ifadelerini sarf etmişti…

Daha kaba bir örnek: “…Çağırıp pardüse giymeye devam edip etmeyeceğimi sordu. İstedikleri cevabı vermeyince de belindeki silahı gösterip gözdağı vermeye çalıştı. Yaralarımız hâlâ kanıyor. Gençler geçmişte bizim yaşadıklarımızı bilmeliler ki gelecekte benzer sorunlar yaşamasınlar.”

Bir örnek daha: “Bizi başörtülü olduğumuz için terör suçundan yargıladılar. Oysa işinden evine gidip gelen ve hiçbir eyleme, suça bulaşmamış insanlardık. Hukuki hiçbir dayanağı olmayan yönetmelikten ötürü işlerimizden atıldık. Sağlık alanında eğitimimiz olmasına rağmen Orman Fakültesine, yetmedi Gökçeada’ya sürgüne. İhraç kararlarının çıktığı 1999’dan sonra 8 yıl işimden uzaklaştırıldım.”

Bir mağdurdan aktarmak istediğim son cümle: Bizim emeklerimizi de çalıp kanımızdan beslendiler.

Bu anlatımlarda bir kısım hukuksuzluk ve sömürüyü veya ahlak dışı fırsatçılığı görmemek mümkün mü?

Failler!

O dönemin faillerini anlamak için o günlerde ne olduğunu bir hatırlayalım. Bir sosyolog/yazar süreci şu şekilde özetlemektedir: “Asker, aracılarla sisteme el koydu. Sistemi, demokrasiyi, sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarını militarize etti. Basın militarize oldu. Bu tür bir militarizasyon dalgası üzerinden iki kademeli müdahaleydi 28 Şubat. Odalar, sendikalar, üniversiteler çok etkili bir rol oynadılar. Basın orada biraz askerin elindeki silah rolünü, yani size doğrultulmuş silahın sıkılmayan ama tehdit eden silahın rolünü oynamıştır. O tarihte basın baskıya direnebilirdi, o güce sahiplerdi” (Bayramoğlu A., 2019).

Bu açıklamalardan sürecin failleri ve iştirakçileri çok net ortada değil mi? Bu açıklamalardan sonra hukuki sonuç doğuracak bir suç işleyen kimseye fail dendiğini hatırlatalım.

Türk Ceza Kanunu MADDE 37/1 ise şu şekildedir: “Suçun kanuni tanımında yer alan fiili birlikte gerçekleştiren kişilerden her biri, fail olarak sorumlu olur.”  Ortada bir suç varsa (bu süreç için var olduğu kabul edilmektedir) bunu gerçekleştirilmesinde rol alanların hepsinin üniformalı, cüppeli olmadığı da dikkatten uzak tutulmamalıdır. Daha açıkçası bürokrasi, kurum/kuruluşlar ve toplum içerisinde bu tür hastalıklı zihniyetin varlığı dünde bu günde bir vakıadır.     

Gelecek hafta konuyu fırsatçılar ve çözüm ile sürdürelim…