Bugün 2 Muharrem 1438. Yepyeni bir yılın ilk günlerini yaşıyoruz. Büyük bir tevafukla Hicret ile Camiler Haftası’nın iç içe geçtiği bir haftadayız. Sevgili Peygamberimiz (sav), Mekke müşrik dünyasının baskılarından ve zulümlerinden, Allah’ın bu son evrensel dininin insanlığın idrakine sunulabilmesi için bir müsait vatan toprağı arayışında idi. Bunun için önce Habeşistan, sonra Taif girişimlerinde bulunmuştu lakin umulan gerçekleşmemişti. Nihayet 1. ve 2.Akabe Biatları vesilesiyle Medine-i Münevvere halkı, Sevgili Peygamberimiz’i bağrına basacağını, İslam’a canları ve mallarını seve seve feda edeceklerini vaat ederek Medine’ye davet etmişlerdi. Efendimiz, önce Ashabını önden gönderdi, ilk kendisi gitmedi. Çünkü liderler, hiçbir hal ve şartta halkını terk etmezlerdi. O’nu terbiye eden Rabbi O’na bunu öğretmişti ve nihayet Medine’ye yanında yol arkadaşı Hz.Ebubekir ile birlikte kendileri de hicret ettiler. Bu gidiş; bir terk ediş değildi, bir kaçış değildi. Tam tersine ileri hamle yapılabilmesi için hız kazanmak adına geri atılmış bir adımdı. Medine’ye ayak basar basmaz ilk işi bir mescid inşa ederek bir ve beraber olunacak adresin adını koymuştu. Kuba Mescidi ve Mescid-i Nebevi. Bu hareketler sonucu Yesrib, Medine-i Münevvere oldu ve çok kısa sürede İslam neşvünema buldu, Mekke’nin fethi müyesser oldu.
Hicretle atılan geri adım büyük bir ileri hamle ile tamamlanmıştı. Şimdi Ümmet-i Muhammed’in Irak’tan, Afganistan’dan, Suriye’den, Kırım’dan akın akın ülkemize hicret eden müminlerin 15 Temmuz kıyamı ile büyük bir toparlanmayı gerçekleştirerek ileri hamleyi Halep’in, Şam’ın, Musul’un, Bağdat’ın, Sudan’ın, Somali’nin, Libya’nın, Afganistan’ın kurtuluşu için yapacakları gibi, Efendimiz’in öncülük ettiği Mekke’nin fethine benzer fetihlerin ortaya konulacağı günlere doğru gidiyoruz elhamdülillah. Ve başımızdaki lider kadromuz, Efendimiz’den aldıkları terbiye ile vatanlarını terk etmeden, bombaların füzelerin altında, halkıyla beraber 15 Temmuz kıyamını gerçekleştirmişlerdir. Çünkü Osmanlı’nın 600 yıllık geleneğinde geri adım yoktur. Vatanını terk yoktur. Başka milletler size sığınmak zorunda kalabilirler, lakin bu milletin son ferdi canını Allah yolunda feda edinceye kadar geri adım diye bir şey olamaz. Şimdi içimizdeki, pirincimize benzeyen taşları zor da olsa temizleyerek, inanmış kadrolarla emperyalistlerin karşısına dikilmek zamanıdır. Biz hicreti böyle algılıyor, böyle anlıyoruz. Peki hicretle camilerin ne ilgisi var derseniz, derim ki, vahye muhatap Sevgili Peygamberimiz neden hicreti tamamlar tamamlamaz Medine’de ilk işi birbiri ardına, biri Kuba’da diğeri Medine’de iki mescid inşa ederek Ashabını orada, Allah’ın evinde bir ve beraber olmaya davet etti dersiniz? Çünkü ümmetin birliği, dirliği, yetişmesi, kaynaşması camilerde gerçekleşir de ondan.
Cami dışındaki bütün gruplaşmalar ayrılığa, tarafgirliğe, fitneye ve hizipçiliğe açıktır. Bunun en bariz örneğini FETÖ’de gördük. Milleti camilerden soğutup izbelerde, mahfillerde, kendi sapık öğretilerini enjekte etmek için yıllarca bu milletin evlatlarını şehir şehir gezdirdiler, şeffaf değildiler. Her toplantılarının bir gelenlere, bir de kendilerine bakan iki yüzü vardı. Bütün davranışları yalan, sahtecilik ve aldatma üzerine kurgulanmıştı ve nihayet hainlikleri kendi bağlılarını bile sukut-u hayale uğrattı. FETÖ’nün en tabanı hala şakınlığını üzerinden atabilmiş değil. Devletine, milletine, onun istiklal ve istikbaline kasteden güruha, “cemaat” denir mi diye düşünüyorlar.
O zaman bütün bir Ümmet olarak, Sevgili Peygamberimiz’in 23 yıl gibi kısa sürede yetmiş iki milleti İslam’ın potasında eritip yepyeni bir İslam Ümmeti meydana getirdiği Allah’ın evleri camilerimizi hayatın merkezine yeniden oturtarak, günün beş vaktinde camileri doldurarak, bütün hayırlı hareketleri oradan başlatarak, milletimizi en doğru bilgilerle camilerde eğiterek, sevinç ve kederimizi camilerde paylaşarak geleceğe hazırlanmalıyız.
Bu hususta Diyanet İşleri Başkanlığımıza büyük görevler düşmektedir. Bütün camileri hayatın merkezine oturtup, imam ve hatipleri milletin öncüleri olarak fevkalade donanımlı yetiştirip, milletin önünde rehber olabilecekleri bir olgunluğa ulaştırmak, Diyanet’in önde gelen görevi olmalıdır. Bu yetmez. Bütün STK’larla yakın temas içinde devlet adına hem onların denetimi Diyanet İşleri tarafından yapılmalı, hem de topyekun irşad hizmetini itmeden, kakmadan, dışlamadan STK’larla kol kola, omuz omuza birlikte yürümenin hesapları yapılmalıdır. Öyle, her sakal bırakıp sarık saran adam “ben şeyhim, ben seydayım, ben veliyim” diye ortalıkta gezmemeli. Osmanlı’da Şeyhülislamlığın Tekke ve Zaviyeler üzerindeki tartışılmaz otoritesi Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından devletin desteğiyle yeniden tesis edilmelidir. İçinde bulunduğumuz kaos ve kargaşadan kurtuluşun yolu budur. Yoksa bu ciddi tedbirleri almadığınızda, camilerde toplayamadığınız bu aziz milleti Mescid-i Dırar misali, merdiven altı mescidlerden devletine düşman etmek için elini ovuşturan bir sürü hain çıkabilir.
O zaman bir FETÖ gider, bir başka TÖ gelir. İnsanoğlu okumadığı, kendini yetiştirmediği ya da ehil ellerde yetişmediği takdirde şeyhini, Peygamber’den daha yüce bir mevkiye oturtabilir, din dairesinden çıkabilir. Onun için camiler, çok acil, doğru bilgilenmenin adresi ve merkezi haline getirilmelidir. Bu hususta Diyanet İşleri Başkanlığı, İlahiyat fakültelerindeki mezhepsizlik akımlarıyla, kerameti kendinden menkul proflarla bir yandan mücadele ederek Ehl-i Sünnet akidesini muhafaza ederken, bir yandan da medreseler ve yerel Ehl-i Sünnet alimleri ile sıkı bir diyalogla, camilerimizin içine kadar sirayet eden sapık düşüncelerden milletimizi kurtarmalıdırlar. Unutmayın, camilerin alt katlarında FETÖ adına beddua seansları yapan imamların da tamamı henüz temizlenebilmiş değil. Bütün bu tecrübelerden sonra 15 Temmuz’da gerçekleştirdiğimiz bu tarihi kıyamı, Hicret’i yaşayarak ve camilerin önemini kavrayarak, taçlandırabileceğimizi düşünüyorum.
Hicri Yılbaşımız ve Camiler Haftamız mübarek olsun. Alem-i İslam’a hayırlar getirsin. Kalın sağlıcakla.