Önceki yazımda Doğan Cüceloğlu’nun şu açıklamalarına dikkat çekmiştim. “İnsan ilişkileriyle ilgili çocukluğumda gördüğüm ve öğrendiğimin ötesinde yeni bilgilere ve tutumlara gereksinmem olduğunu anladım. İstanbul Üniversitesi Psikoloji Bölümü'ne yazıldım ve oradan mezun olduktan sonra ABD'de Illinois Üniversitesi'nde doktoramı yaptım. Uzmanlık alanım iletişim psikolojisidir. Amerika'da doktora öğrencisiyken evlendim. Evlendiğimde ne kendimi tanıyormuşum, ne de evliliğin ne olduğunu. Sonuç: hem ben çok ıstırap çektim hem de Emily'e acı çektirdim.” (bk. ) Bu yazıyı daha iyi anlamak için önceki yazıyı okumanızı öneririm.
Eğitimi düşünmek!
Bu noktada "insan ve davranışı"nı konu alan bir bilim dalında lisans ve lisansüstü bir eğitim almış bir insanın hatasının bu kadar geç anlaması üzerine düşünülmelidir.
Birçok sorunun çözümünde önerilenler arasında eğitim mutlaka yer almaktadır. O zaman eğitim sorunları çözen bir anahtar değil mi? Yurt içinde eğitimli birisinde görülen noksanlık eğitimin kötü olması ile izah edilmekte. Doğan Hoca, gerek yurt içinde gerek yurt dışında eğitim almış.
O zaman sorun nedir?
Bu soruya Harvard Üniversitesi’nde dekanlık yapan Herry Rovosky’nin “Bir Dekanın Anıları” kitabından bir alıntı ile cevap arayacağım:
Derin düşünme ve analiz
Rovosky’nin kitabında “Harvard bitiren birini okur-yazar yapmalıyız” diye bir cümlesine rastladım.
Kitabı kapatıp derin düşüncelere daldım. Kendi kendime “Harvard’ı bitiren bile okur-yazar olmada sıkıntısı varsa bizim halimiz nice” diye sayıklamaya başladım. Benim gariban insanlarımın durumunu düşündüm: Birleştirilmiş sınıflarda öğretimi, alanı olmayan öğretmenlerin girdiği dersleri, lüks binalarda eskimiş bilgileri anlatıldığı üniversiteler aklıma geldi.
Kitabı okumaya devam ettiğimde yazar şunları söylüyordu: “Harvard Üniversite’si mezunu derin düşünebilmeli, nicel analizler yapabilmeli…” Yazarın okumadan kastı buydu.
Kanaatimce eğitim almış ama düşünme ve analiz yeteneği gelişmemiş insan çokta rafineleşmiyor (Hassas, duygulu, nazik, ince, seçkin…). Doğan Hoca hayatının bir döneminde kendisi ve yaptıkları üzerinde düşünmese, sorgulamasa, analiz etmese idi muhtemelen kendi gerçeklerini göremeyecek (bulamayacak) ve değiştirme yoluna gitmeyecekti.
Vardığımız bu sonucu insanın şu tanımı desteklemektedir: İnsan; toplum hâlinde yaşayan, düşünme ve konuşma yeteneği olan, evreni bütün olarak kavrayabilen, bulguları sonucunda kendini ve çevresini değiştirebilen canlı. (Not: Aksinin ne olduğunu size bırakıyorum)
İnsan olmak için, düşünme, kavrama, değişme gerek. Bunun içinde aramak veya yola koyulmak lazım. Bunu yapanlardan biri de Diyojen’dir.
İnsan) arıyorum
Diyojen (Diogenes), (M.Ö. 412 - M.Ö. 323) bir gün elinde feneriyle sokaklara düşüp, 'Adam (insan) arıyorum adam (insan)!' diye bağırmasıyla meşhurdur. Bu filozof kendine yetme ve sadelik ilkelerine dayanan Kinik yaşam biçiminin öncülerinden Sinop'lu çileci düşünürdür. Bir keresinde ‘gölge etme başka ihsan etmem' diyerek Büyük İskender'i yanından kovmuştu.
Diyojen’den birkaç güzel söz nakledelim: Diyojen'in konuştuğu nadir anlardan birinde ona, 'Sence akıllı adam, nereden belli olur?' diye sormuşlar. Diyojen 'Tabii ki konuşmasından.' demiş. 'Peki, adam hiç konuşmazsa?' demişler. Diyojen de, 'O kadar akıllısına rastlamadım henüz.' diye yanıt vermiş. O’na göre çok ve boş konuşmak kadar kötü bir şey yokmuş. Çok dinlemek için iki kulağımızın ve az konuşmak için bir ağzımızın olduğunu da her zaman vurgulamış.
Özetle durup, biraz soluklanıp kendimiz, hayat ve gelecek üzerine düşünmez, hakikat arayışına girmeksek boşa gitmiş bir hayat yaşarız veya yaşatırız.
Sonsöz: Bilgi (para, makam vd) yüklemekle adam olunmaz.