Gençlik ve Spor Bakanı sayın Osman Aşkın Bak, geçen hafta içinde kadim şehrimizi ziyaret etti. Başımızın üstünde yeri var, hoş geldi sefalar getirdi. Dedim amma ne getirdiğini duyan, bilen yok. Sadece gelen tüm misafirler gibi, depremde hayatını kaybedenleri rahmetle anmış, depremin yaralarının sarılacağını müjdelemiş, Kahramanmaraş’ın bir spor şehri olduğuna dikkat çekmiş, (sağ olsun, niye zahmet etmiş ki) bu şehir için hazırlıklar içinde olduklarına değinmiş, sık sık geleceklerinin de altını çizmiş.

İnşallah sayın bakanım, inşallah. Kapımız açık, bekleriz!

Sayın Bak, bunu söylerken, önceki Tarım ve Orman Bakanımız sayın Prof. Dr. Vahit Kirişçi de yanında, dinlemiş. Başkanlar, milletvekilleri falan fıstık.

Bir Allah’ın kulu çıkıp da dememiş ki, ‘Sayın Bak, iyi güzel söylüyon da, bizim 3. Ligde mücadele edecek 2 takımımız var. Ligler de ha başladı, ha başlayacak, ama stadımız bile yok. Geçmişte bizden birileri 30 bin kişilik stat sözü vermiş, bol keseden atıp bizi ahmak, enayi yerine koymuştu. Stat meselesi ne olacak, bunun için bir müjdeniz olacak mı?’

Sayın Bak ne bilsin 3. Ligde 2 takımımızın olduğunu, sağlam, üstelik de sonradan dünyanın parası harcanarak güçlendirilmiş statlarımızın bile yıkıldığını. Hatırlatan, söyleyen mi var a cancazım, ağzını yediğim, gadasını aldığım, şekerparem, lokma tatlım!

*

‘Maraş sahipsiz şehir!’ diyorlar. Bırakın bakanı, bir bakan yardımcısı bile çıkmadı 68 kişi içinden. Derdimizi kime anlatacağız? Marko Paşa da yok günümüz siyasetinde. Egoları tavan yapmış, telefonlara çıkmaz (bazıları), azarlayan, çemkiren, piyangodan çıkar gibi hasbelkader milletvekili olmuş, sözüm ona bizi temsil eden, ettiğini zanneden kesime bağlanmışken umutlarımız, yine de ‘İlle de bir bakanımız olsaydı, keşke olsaydı’ demenin kime ne faydası var bu saatten sonra?

İlla ki bakan olsun diyorsanız…

Şu sıralar kadim şehrimizde sürekli kalan, sürekli içimizde olan, sürekli bizimle yaşayan, şehirden hiç ayrılmayan bir bakan var, o da İstiklal Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. İsmail Bakan… Yeter de artar bile! Beyefendi, düzgün adam.

Başka, sırada kim vardı?

*

Şehrimin adı büyük, sanayisi küçük. Geçenlerde gittim, gözlerime inanamadım. Küçük sanayi sitesi resmen çöplük. Pislik yuvası her taraf. Molozlar, hurdaya çıkıp kenarda bekleyen araçlar, dağ gibi birikmiş çöpler, ara caddelere sağlı sollu park edilmiş araçlar, bırakın aracı insanın bile geçmesini zor halde iken, sabah sağlam girin, akşama eve doktor çağırmazsanız adam  değilim.

Küçük sanayi sitesi kooperatifi başkanı var. Mahallelim de olur. Ama artık heyecanını, çalışma azmini, enerjisini yitirmiş resmen. Küçük sanayi sitesinde bir gün geçirin, mideniz bulanır, hastalığa yakalanırsınız. Niye koltukta ısrar eder, niçin bırakıp gitmeyi, yerine daha enerjik birini bırakmayı düşünmez, akıl havsala alacak gibi değil.

*

Seçimlerden sonra bazı partiler de yıkılmaya ramak kalmış, eski ve yorgun binalar gibiler. Bırakın kepçeyi, dozeri, parmağınızla dokunsanız ha yıkıldı ha yıkılacak. Enkazın altından kim, ne çıkar, bilemez, tahmin edemezsiniz!

Başta İYİ PARTİ…

Şöyle izah edeyim; seçimin mağlubu, çıkaracak milletvekili varken aklın önüne geçen kişisel hırslar, bireysel hatalar, şişkin egolar, kabartma tozu yutmuşçasına hindi gibi kabarmış zihniyetler, hem partiyi, hem de kendilerini bitirdiler.

Partinin kapısı sürekli kapalı. İçeride klima çalışıyor desem, birine söylesem, bir tarafı ile gülecek. O gün zamları protesto anlamında eş zamanlı açıklaması düştü medyaya, ‘Yahu niye zahmet ettiniz!’ dedirtecek cinsten. CHP yapınca ‘Bizim kafamız kel mi?’ deyip iki satırla geçiştirmişler.

Partiye gelen giden yok. Ayrılan ayrılana. Deprem en çok da İYİ PARTİ’yi vurmuşa benziyor. Sonbahar gelmedi ama yaprak dökümü erken başladı.

*

Madem partilere daldık, DEVA ile sürdürelim. Yüzde 1’lik bile oyu olmayan parti bugün mecliste temsil ediliyor. Ekinözü ilçe başkanı İlhan Eker ve yönetim kurulu üyeleri, toptan istifasını verdi.

Perakendecilik ölmüş demek! Bize istifasının nedenini, ‘Genel merkez ve il yönetimin ilgisizliği’ olarak yansıtırken, ‘(2 kez aradı, aynı gerekçeyi söyledi) dilekçelerinde, başka şehirde yaşayacak olmasını gerekçe göstermişler.

Çatışmanın tam da ortasında kaldık, eyi mi?

*

Enkaz kaldırma olduğu gibi duruyor. Yıkılan yıkılıyor, enkazlar yerli yerinde. Şehir toz bulutu içinde yüzüyor. Yıkımlar sırasında sulama işi yok gibi. Ortalık pis kokuyor, bok gibi.

Yıkım ve sulama işi ihalesini alanlar denetleniyor mu diye sormuş Ali Eskalen dostum! Ben o işlere bakmıyorum aslan Ali’m, gel bağrıma yaslan Ali’m.

Sen, ben, hepimiz… İçtiğiniz sulara dikkat edin. Bakın, şu sıralar şehirde su sıkıntısı başladı, kesintiler oluyor ara ara. Dere yataklarına, açık arazilere, şehrin burnunun dibine dökülen enkazlar, yarın kanser olarak geri dönecek bize. Yer altı suları enkaz sızıntısı ile kirleniyor, aspest kansere davetiye çıkartıyor, hastalıklar ‘geliyorum’ diyor, Ali Nuri Öksüz dostumuz sağlık müdürlüğünü bırakalı bir ayı geçti, biz daha yerine adam bulamadık, ‘gel otur şuraya!’ diyemedik.

Memlekette adam kıtlığı var diyorum, inanmıyorsunuz! 

*

Neyse ya… Amaaaaan! Ben de uzattıkça uzattım yazıyı, sanki mahallenin delisi benim, saçmalayıp duruyorum ha bire.   

Sanki bu şehir bizden sorulurmuş gibi, sanki biz gazeteciler her şeyden  haberdarız, her şeyi herkesten önce bilir, duyarmışız gibi sorarlar;  ‘Memlekette işler nasıl gidiyor, ne durumdayız!’

Önce tutuğu takıma, oy verdiği partiyi getiriyorsun gözünün önüne. Ne cevap verirsen ver, ikna edemiyorsun zaten de, çenen yoruluyor hazır!

Öyle bir zamandayız ki, insanlar tuttuğu takıma, oy verdiği partiye küfrediyor. Beklentiler karşılık bulmayınca oluyor bunlar demek!

Vah canım, gel bir öpeyim seni…

Rahmetli Süleyman Demirel’in bir fıkrasıydı hiç unutmam; İki gözü görmeyen bir adam ile bir topal karşılaşmışlar. Görme engelli, topala sormuş; ‘İki ayağın da kesik iken, nasıl yürüyorsun!’

Topal kör adama cevap vermiş, ‘Gördüğün gibi işte…’

Nasılsın ede, eyi misin?

Eh, Maraş gibiyim!