Bu yazıyı sakin kafayla yazıyorum, daha doğrusu yazmaya çalışıyorum. İnsan bazen öfke seline kapılıp, öfkesini, kinini, nefretini frenlemekte zorluk çekebiliyor.
Sinir, gerginlik, öfke kontrol edilemediği sürece, tehlikeli bir güzergâha davetiye çıkartır. Bazen sonunuzu da hazırlayabilir! Hangi meslek gurubundan olursa olsun, herkes bu gerçeğin farkında olmalı.
Zaman zaman birilerine, bir hadiseden ötürü en çok sevdiklerimize bile kızabilir, bağırıp çağırabiliriz. Hatta onun kalbini bile kırabiliriz. Siteme bir şey diyemem.
Kişi sevdiğine sitem eder diyenlere de inanırım! Lakin sitem kahırdan öteye sıçrayıp, gözleri çakmak çakmak hakarete varıyorsa, sudan sebepler yüzünden gönül incitiyorsa, bir yerde yanlış giden bir şey var demektir ki, kişi bunu sormalı, sorgulamalı.
Biraz da muhasebe yapmalı. Muhasebe öyle senin benim bildiğim iki kere ikinin dört etmesi değil. Matematik değil her zaman.
Biraz da vicdan ve nefis muhasebesine ihtiyaç var!
*
Dedim ya, bu yazıyı sakini kafayla yazmaya gayret ediyorum.
Kimse beni sevme zorunda değil. Okumak zorunda hiç değil. Kimsenin Fenerbahçeli olmasını bekleyemem, hakkım değil, kimsenin tuttuğu partiye de karışmam, kime oy verir, kimi sever, kimi göklere çıkartır, herkesin kendi fikri, kendi tasarrufu ki saygı duyarım. Ne tetikçiyim, ne şantajı, ne de çıkara dayalı gazeteciliği meslek edindim! Dümdüz adamım ben!
Siteme eyvallah… Dedim ya, sitem sevgiden doğar.
*
Dün sosyal medyada bir cümle paylaştım, ki yinelemek istiyorum. Şu…
“Ruh yara aldıktan sonra beden ne yapsın! Gönülleri kırmışsan onlar bir gün mutlaka öcünü alır senden!”
Altına da şunu yazmıştım; “Bu bir Mehmet Fiskeci atasözü…”
Bizim kimseden, hangi cenah olursa olsun, intikam almak, öç almak gibi bir heva ve hevesimiz yok! Yüz yüze bakılmayacak ne kelam ederiz, ne arkasından konuşuruz! Maraş küçük bir köy, topu topu Müftülük ile Ulu Cami arası…
*
Tuttuğun takımı beğenmeyebilirim, yürüyüşüne gıcık olabilirim, ense tıraşını görmek için ‘yürü be koçum!’ da diyebilirim!
Hele sevdiklerimiz için. Hele hele canımız ve evladımız kadar sevdiklerimiz için, bağrımıza bastıklarımız için, kavgasını, mücadelesini verdiklerimiz için böyle bir çürümüşlüğe, rezilliğe heveslenmedik. Seversek bedeli ne olursa olsun öder, sonuna kadar yol yürürüz! Öf demeden, bir beklenti içinde olmadan!
Bizim, eğriye eğri, doğruya doğru demek gibi bir düsturumuz var. Var diye kimsenin ne kapıkulu askeriyiz, ne emir eri…
Ne satılığız, ne kiralık! Kaldı ki kimsenin de gücü yetmez, serveti de…
İşimizi yapıyoruz, ekmeğimizin peşinden koşuyoruz.
*
Günümüzde bir söz var, tutarım, ki her zaman ve her yerde geçerli kuraldır, “Değişmezsen değiştirirler…”
İnsan hayatı tekdüze gitmiyor, gitmemeli. Meslekler de öyle. Bir atılım, bir inivasyon içinde olmalı insan! Kendini anlatabilmeli, geliştirmeli, yeniliklere açık olmalı. Ve yine üzerine basa basa yazıyorum, eleştirilere de açık olmalı.
Siz, ben ve herkes, birilerini eleştiriyorsak, bizler de eleştiriye açık olmalıyız, tahammül etmeliyiz. Hakarete varmıyorsa, belden aşağı değilse eleştiriler, eyvallah deyip ‘acaba ben veya biz nerede hata yapıyoruz’ muhasebe içinde bir yerde giden yanlışın peşine düşmeliyiz.
Düşmanın değil…
Sonra bildiğim bir gerçek var, kişi dostu kadar düşmanını da kendi yaratır!
Biri, birkaç kişi beni sevmiyor, nefret ediyorsa, bunu kişisel, yani bireysel ilişkilere bağlarım. Lakin tüm Maraş benden nefret ediyor, öfke ve nefret söylemleriyle, gözleri yuvalarından çıkacak kadar çakmak çakmak, üstelik de parmak sallayarak hakaret ediyorsa, oturup, başımı ellerimin arasına alıp düşünmeyi yeğlerim. ‘Neden acaba!’ sorusuna cevap arayarak. Yani kusuru biraz da kendimde ararım!
*
Evet, sinirlenmeden, sakin kafayla yazıyorum bu yazımı. Bazen susmak, karşındakine verilebilecek en büyük, en güzel cevap hatta suratına vurduğun tokat gibidir.
Yazıdaki başlığa gelince… Hani senelerdir söylenen, yazılan bir atasözümüz var, ‘Kefilin ya saçı, ya sakalı’ diye.
Siz bir yere, birilerine kefil olabilirsiniz.
Karşınızdaki malik, yani mal sahibi. Ama güçlü, ama zengin. Şayet malik, Türkçesi mal sahibi borcunu ödemezse, kefil mülkün, malın sahibi olur.
Sistem bu, piyasanın, sosyal yaşamın değişmez kuralı bu.
Tam yazıyı bitiriyordum ki, bir şarkı çıktı TRT nağme’de; ‘Seni ne çok sevdiğimi, söylesem de bilemezsin!’
Az yazdım, az söyledim, sen ve sizler çok anlayın!