Türkçesi ve açıkçası, ağa’lar ve ırgat’lar!
Gözlerinizin parladığını, ‘kim bunlar, kim bunlar?’ dediğinizi duyar gibiyim ve zaten demeseniz de hissediyorum. Bilirsiniz, iğnenin deliğinden Bağdat’ı gören adamım!
Yalnız size bir şey söyleyeyim mi, aramızda kalsın ama bu yazı genel. Siyaset yapan herkes kendini içinde bulabilir de, üzerine alınmayan çıkar da. Atış, düşünce ve yorum serbest!
Bu bir siyasetçi insan tahlili… Her türlü yoruma açık!
*
Bir oyunda, bir filmde iki karakter vardır, biri başrol oyuncusu, diğeri de figüranlar!
Başrol oyuncuları vurduyu kırdıyı bilir, hiçbir zaman ölmezler de zaten, kazanan hep onlar olur ve filmlerinin sonunu hep mutlu bitirirler. Ya sevdikleri kızla evlenirler, ya zengin olurlar! Çünkü filmin aslan payı daima başrol oyuncularının olur. Çünkü onlar esas oğlan’dır!
Figüranların aldıkları ücret belli. Ya boğaz tokluğuna, ya da üç beş kuruşa fit olurlar, ama filmde dayak yiyen, ölen, horlanan, aşağılanan, garibanlığın elbisesini üzerinden çıkartmayan oyunculardır. Ucuz oyuncu Türkçesi…
*
Değinmek istediğim mesele şu; Siyaseti geçim kapısı olarak algılayan, gören ve yorumlayan insanlara var ülkemde! Şahsım şehrinde bu tıynette, bu düşüncede olan var mıydı, şimdi de var mı, emin değilim.
Var desem, iddia etsem, “İspat et!” diyecekler.
Edemem!
Bu tipler, fırsat bu fırsat diye düşünürler, yiğit bin yaşar, fırsat ele bir geçer sözünden hareketle, ‘çeşme akıyor iken küpümüzü dolduralım!’ telaşında, heva ve hevesinde olanlar, işadamlarının sorunlarının takipçisi olurlar, aracılık ederler, iş takibi yaparlar, iş-işçi alımlarında avantalarını cebe indirirler.
Nerede rant varsa, gözlerini oraya dikerler. Bir yerden yol mu geçecek, köprü mü atılacak, uyanıklar ya, mecliste görüşürken daha hemen adamlarını sokarlar devreye, arsaları, evleri ucuza kapatırlar, sonra da voliyi vururlar, zengin olurlar.
Eve ev demezler, arabaya araba, arsaya arsa… Zengin olmak, küpü doldurmak, çeşme akıyorken ne varsa toplamak adına Allah ne verdiyse malı götürürler. Tabi cepleri kadar banka hesapları, cüzdanları da şişer böylece. Kimbilir, gizli sevgilileri, oynaşları davardır mutlaka!
Eşleri marketten, kuaförlerden, lüks mağazalardan geri gelmez, çocukları özel okullarda okur!
Ve zaman kollarlar! Yolun sonunu gözlemlerler.
İşte bu tipler, helal haram demeden kazandıklarının(!) cebe indirdiklerinin, yedikleri nanelerin, şişen banka hesaplarının gününü görmek, keyifle yemek için partiden bir an önce uzaklaşmayı beklerler, fırsatını bulup sıvışarak ‘yaş da geçiyor, vakit varken götürdüklerimizi afiyetle yiyelim’ derdine düşerler.
İnsan değil, para biriktirenler, mal mülk sahibi olanlar!
*
Öte yandan, partinin mutfağından gelip, yaz kış demeden, gece gündüz düşünmeden parti için pankart asan, partinin ve davanın gerçek anlamda yükünü taşıyan, hamallığını yapan dürüst insanlar da var aralarında. Bunların hiçbir zaman ne cebi para görür, ne de banka hesaplarında yüklü miktarda para bulunur. Ve onları adama yerine koymadıkları gibi, enayi gözüyle değerlendirirler!
Karın tokluğuna dedik ya yukarıda, o hesap…
İyi niyetlidirler, helali haramı bilirler, ama dava için, memleket için canlarını verirlerken, çalıp çırpanları, dürüstlük şiarlarında olduğundan, malı götürenleri de gördükçe, yaka silkerler, lanet okurlar, beddua ederler, ‘zehir zıkkım olsun, yemek nasip olmaz inşallah!’ derler, ‘Seçim olsa, partideki görevimiz bitse de gitsek, şu rezilleri, rezaletleri gözümüz daha fazla görmesin!’ diye düşünürler.
*
Yani partilerde iyi polis de vardır, kötü polis de… Yani bir yanda ağa’lar, bir yanda ırgat’lar.
İyi polis, kötü polis dedim ya, ne yazık ki kazananlar hep kötüler oluyor!
Birileri iflah olmazken, kendini uyanık, iş bilir zannedenler, itibar görürler, adam yerine konurlar, camide en ön safta namaza dururlar, öteki garibim de zar zor geçinir, kuru ekmeğe talim eder! Yorulduğu, zaman harcadığı, evini barkını ihmal ettiği, yıprandığı ile kalır.
Ama sorsan ikisi de vatan, millet ve memleket sevdalısı.
Ama sen, kim samimi, kim riyakâr, bilirsin de, sesini çıkartmazsın.