Öyle bir devirdeyiz ki, ister siyasetçi ol, ister gazeteci, ister sivil toplum kuruluş kanaat önderi ya da sanayici; susan, konuşmayan, dilsiz şeytan kılıklı kimseler daha çok tepki topluyor birçok kesim tarafından.
“Susma, sustukça sıra sana gelecek!” diyenler kadar, eski Başbakan ve Cumhurbaşkanı merhum Süleyman Demirel’in ifadesi ile kulağının üstüne yatan siyasetçiye pek de makbul gözle bakmıyor insanlar.
Madem konuşan Türkiye istiyoruz, herkes konuşsun diyorlar, (ki bunu iktidar cenahının istediğini, tasvip edeceğini de zannetmiyorum) konuşan da tırpanlanıyor, gazeteci ise ilanı, reklamı elinden alınıyor, işçi ise işten çıkartılıp, sanayici veya STK temsilcisi ise kara listeye alınıyor.
3 maymunu oynarsan, senden iyisi, Şam’da kayısı… İyi güzel de susan dilsiz şeytandır lafını nereye koyacağız!
*
Sustuk da, susalım da nereye ve ne zamana kadar!
Ha, her konuşan, her yazan illa ki vuracak, kıracak, belden aşağı kaydıracak anlamı çıkmasın yazıdan. Bak öyle anlarsanız, üzülürüm yemin billah olsun!
Peki, tamam dedik, anladık, duymazdan geldik, üstünde durmadık, takılmadık, cevap da vermedik!
Dedim ya, nereye ve ne zamana kadar! Sınır var mı, yok.
Hadi ben yazmadım, hadi sustum, biraz daha ileri gidelim, susturuldum, peki, sosyal medyayı nereye koyacaksınız. Bir sürü mecra var ortalıkta gezinen. Langır-lungur yazan, konuşan!
Doğru veya yanlış!
Nasıl susturacaksınız, nasıl ağızlarına fermuar çekeceksiniz!
Adam gazeteci mi, tetikçi mi, ne idiğü belirsiz, ya sallıyor, belden aşağı vuruyor, özel hayatı didik didik ediyor, ya da eğriye eğri, doğruya doğru kuralından yola çıkarak, etik olanı yapıyor.
İşte o zaman etik ile tetik birbirine rakip oluyor, karşı karşıya geliyorlar.
*
Bir yazı yazdınız, haber ya da, hele hele ayağı da yere basıyorsa, elinizde belge varsa, mesele bir anda alev topuna dönebilir.
Ya da elinizde patlar, kendinizi Üngüt’te bulursunuz!
Doğru ise, belgeli ise iddianız, haberiniz-yazınız, giderek kamuoyu nezdinde kanaat oluşturur, tüm siyasi veya herhangi meslek mensubu iseniz hayatınızda sürekli önünüze çıkar.
Hele bir de bir yere aday, ya da aday adayı olmaya kalkıştıysanız, tamam işte, pilinizin bittiği andır. Adamlara kozu verdiniz!
*
Önünüze bir haber geldi, iddia veya gerçek, her neyse…
Şayet duymadınız, görmediniz ise, kulağınızın üzerine yattıysanız, ilahi bir sessizliğe büründüyseniz, size şunu diyecekler, “Meseleyi bildiği halde görmedi, duymadı, sustu. Acaba kaça satıldı?”
Ya da karşı taraftan ne kadar kopardı?
Bu iki iki daha dört!
*
Şimdi…
Bu ülkenin, şahsım şehrin kendine özgü sorunları, kanayan yaraları, kronikleşen ve tedavi götürmez meseleleri dururken, susan adamı kimse sevmez.
İster siyasetçi olsun, ister gazeteci. Bürokratlar zaten sesini çıkartamazlar da, gazetecilerin içinde de mahallenin bir delisi varsa, o çıkar ortaya, langır lungur yazar, konuşur, kendince gündem oluşturur!
Ya da oluşturduğunu, gündemde olduğunu zanneder!
*
Gelin meselenin özüne inelim ve ağzımızdaki baklayı çıkartalım.
Bizde konuşan siyasetçi yok. Olmayınca, ya bazlama (ya da yufka etmek) açıyorlar, ya melemen yapıyorlar, hem de sucuklu tarafından.
Evde eşlerine yapmadıkları melemeni öğrencilere yediriyorlar. Onlar da yiyor tabi.
Yerelde kim var konuşan, konuşmayan!
Eh, şimdi kalkıp X konuşuyor, Z yatıp karpuz büyütüyor desem, alınganlık gösterecekler. “Bizim kafamız kel mi, bak biz konuşuyoruz!” diyecekler.
Tamam da konuştuğunda tat, lezzet, kıvam yok ki?
Cek diyorsun, cak diyorsun, yarattığın algıyı ve ilk yıllarda edindiğin intibaını da yiyip bitiriyorsun!
Oynaş güreş tutuyor, futbolu biliyorsan orta sahada top gezdiriyorsun, ne kaleye şut çekiyorsun, ne de gol atmaya niyetin var!
*
Hadi diyelim gazetecisi konuşmuyor, sivil toplum kuruluş kanaat önderleri dillerini yuttular, bürokrasinin zaten konuşma hakkı yok, siyasetçinin konuştuğundan da kimse bir şey anlamadığı gibi inanmıyor da.
Kim konuşuyor peki şahsım şehrinde?
Söylüyorum; vatandaş! Onun ağzına bant çekemezsiniz, dilini depesine çektiremezsiniz, ağzına acı Maraş biberi süremezsiniz, cümlelerine ambargo koyamazsınız!
O söyleyecek, siz dinleyeceksiniz!
İşiniz bu! Ve Mecbursunuz!
Yazıya nokta koyacak olursam, o ünlü veciz söz geldi aklıma, ‘Söz bilirsen konuş ibret alsınlar, bilmiyorsan sus da adam sansınlar!’
Ne kadarsa, o kadar!