Seçime mi gidiyoruz, savaşa mı? İşte millet bunu konuşuyor. Tüm etik kurallar yerle yeksan, ahlaki değerler yerlerde sürünüyor, seçimi alabilmek için her şeyi mübah sayan taraflar, BBG’yi (Biri bizi gözetliyor) devreye sokuyor, tanınmayan üyeler, gidilmeyen oy deposu olarak yorumlanmaktan öteye gitmeyen üyeler bile adam yerine konulup ayaklarına gidiliyor, nasılsın, iyi misin muhabbetinde samimiyet yokken, bütün mesele ‘ben, ben, ben…)
Biz yok…
Herkes birbirinin adamını, üyesini ayartama peşinde. Bazıları da yüksek perdeden atıyor, ahkam kesiyor, kabadayı ayaklarıyla meydan okuyor, okurken de nefretini dışa vurup, hodri meydan çekiyor.
Bunlar her seçim döneminde yaşanan şeyler. Ama bu, bu kez farklı. Çünkü Ticaret ve Sanayi Odasının seçimi diğer seçimlere benzemiyor.
*
Zaten birbirini seven, başarıyı alkışlayan, hak edeni takdir eden şehir insanı değil, aksine, düşene bir depik de vuran bir şehrin evladıyız. Tutkun değiliz. Şehir milliyetçiliğini laf olsun diye konuşuyor, yazıyoruz. Anlamını dahi bilemeden… Bu meselede Gaziantep’i örnek göstersek, ‘Ne alaka, bizim onlardan neyimiz eksik!’ diyorsunuz da, ama ne yazık ki komşumuzun gölgesinde kalmayı sürdürüyoruz.
Tuttuğumuz partiye oy vermiyor, gönül verdiğimiz takıma destek olmuyoruz.
Aklımız dururken gözümüzle hareket etmeyi başarı gösterip, bir de ödül bekliyoruz.
*
TSO Başkanı Şahin Balcıoğlu’nun dediği gibi, dedikoduyu en çok kadınlar yapıyor güya. Değil, erkeklerin yaptığı dedikoduların haddi hesabı yok ve arşı alaya ulaşıyor. Kadınınki neyse de, erkeğinki daha fena!
Aklı ile değil, gözü ile hareket eden bir memleketin insanı olarak, Ticaret ve Sanayi Odası seçime gidiyor arkadaşlar, savaşa değil. Değil ama öyle bir hale getirildi ki, sanki bir taraf Rusya, bir taraf Ukrayna.
O hale geldik yani.
Kim kime gaz veriyor, kim kimi destekliyor belli değilken, bazıları destekliyor(muş) gibi yapıyor, ne olur ne olmaz diye kuytularda kulis çalışması sürdürüyor, kaçak güreşiyor, birileri gelse karşı mahalleden, topu taca atıyor, kornerden gol atmayı deniyor.
Gaz verenler, ‘Hadi koçum, arkandayız, seni sonuna kadar destekliyoruz!’ diyenler zoru görünce, ya da ağababalarından zılgıtı yiyince çark ediyor, ‘pardon’ çekiyor!
*
Bazıları, birileri de seni destekliyorum ayaklarıyla perde arkasından kıs kıs gülüyor. Herkes birbirinin kuyusunu kazıyor, herkes birbirinin yoluna mayın döşüyor, herkes birbirini geçmişiyle yargılıyor, herkes birbirinin ipini çekmek, darağacına çekmek için fırsat kolluyor, herkes birbirinin ekmeğine zehir doğruyor.
Nasıl bir memleketse burası?
*
O günkü, belki de son meclis toplantısına sanayi sektörünün ağır abileri gelmedi. Katılmadılar, salonda yoktular. Gözlerim onları aramadı değil. Kimine davetiye gitmedi, kimi çağrılmadı, kimileri de belki de taraf olmamak için bilerek gelmediler, bilemem.
Zaten salonda kimse yoktu. Her 2 oturan arasında en az 2 koltuk boştu. Ama fısıltı dolu doluydu. Üstelik de basına kapalı iken ben gittim, görüntü de aldım, ses kaydı da. Tarihe not düşmek için. Belki de aldığım resimler, kaydettiğim video görüntüleri sanayi sektörü için milat olacak, olabilir.
Sanayi sektörü gergin. Bu gerginliği tırmandıran, savaş alanını genişleten, muhataplarını diş bilemeden çok, kılıçları bilemeye kadar taşıyanlar varken, sanayi sektöründe ne barış olur, ne huzur, ne istikrar.
Siyaset gibi aynı, herkesin derdi koltuk.
Maraş, sanayiciler kimsenin umurunda değil. Herkes uzayan dal bizden, benden olsun kaygısında, telaşında.
Ama bu onlara pahalıya patlayabilir. Ama bu onlara yol, su, elektrik olarak dönmeyebilir, ama bu onlara kin ve nefret tohumu olarak yansıyabilir, ama bu onlara ters tepen silah olarak geri gelebilir.
*
Evet, sanayi sektöründeki insanlar gergin tedirgin. Bunu besleyen, körükleyen unsurlar, insanlar var. Bu ters tepebilir. Seçilen de eski başkan olmayacak, intikam tam-tamları çalacak sürekli, birileri birilerini bitirmek için, imha edebilmek için var gücüyle çalışacak, yedekleriyle saldırı halinde olacak, vaktinde şahsına yapılanları unutamadığı için (unutmaması gerek zaten) hep dişlerini gıcırdatan taraf olacak.
Hastalığımız mı, kaderimiz mi, alın yazımız mı bilemedim, bizin en büyük ihtiyacımız GÜVEN duygusu. Kazanması yıllar süren, kaybedilmesi saniyeler bile sürmeyen ve dağıldıktan sonra toparlanması için bir ömür gerektiren şeydir güven.
Birbirimize güvensek, her şey hallolacak ama yok! Ortak ortağına güvenmiyor, işçi patronuna güvenmiyor patronu işçiye, kadın kocasına, öğrenci öğretmenine öğretmen öğrencine, kardeş kardeşe güven duymayınca, ki bizim memlekette hastalık derecesinde, sonra da Abdulkadir Konukoğlu gibi abi derdine düşüyoruz!
*
E hadi gözünüz aydın, seçim takvimi de belli oldu, bir kurban kesin ide bir budunu bana gönderin!
Ve takvimin 19 Kasım olarak belirlenmesinden sonra da 44. Meclis Toplantısına yol göründü.
Peki, kim kazanırsa kazansın, kalp kırıklıkları, yol ayrımları, ayrık otları olmayacak mı, aboooooo, o nasıl soru öyle. Tabi ki olacak. Kambersiz düğün olur mu?
Hak’tan hayırlısı…