Güzel bir yaz sabahı tatil gününde kahvaltı için masaya oturdu. Eşi ve iki küçük oğluyla kahvaltı yapacaklardı. Açık pencereden hafif serin bir rüzgâr esiyordu. Bu serinlik en az kahvaltı kadar iyi gelmişti…
Yeni taşındıkları bu şehri tanımaya çalışıyordu. “Epeyce tanıdık bulunduğumuz çevreyi” dedi çocuklara…
Kısa bir sessizlik oldu…
Çocukların biri “Bu şehirde müze yok mudur? Varsa görmeliyiz!” dedi...
Babaları “Var, elbette orayı da gidip görebiliriz” diye cevap verdi.
Çok geçmeden çocukları Abdulkadir ve Haluk Berk ile müze yolunda arabalarıyla yolculuk etmeye başladılar…
Müzenin önüne araçlarını park ettiklerinde tarihi bir aslan heykeli müzenin girişinde hemen gözlerine çarptı. Heykel Hitit’lere aitti. Kapıların girişinde kullanılıyormuş…
Aslan heykelinin yanında başka bir arkeolojik-tarihi eser. Ona da yakından bakmaya başladılar. Yanındaki, onun yanındaki derken müze gezisi çoktan başlamıştı…
Abdulkadir’in “bu sandık nedir?” diye önünde durarak sorduğu taştan sandık “bir lahitti!”
Ölülere bu kadar saygı gösterilmesi çok ilginçti… Müzenin bu bölümü sanki bir tapınağa benziyordu… Sıra sıra mezar taşları sergileniyordu…
Mezar taşları! Günümüzde de mezar taşları ölenin yeri ve mezarın kime ait olduğu belli olsun diye dikiliyordu. Müzedeki bu mezar taşlarına bakılırsa bu alışkanlık çok eski zamanlara kadar dayanıyordu…
Roma Dönemine ait bu mezar taşları, arkeolojik kazılarda bulunduktan sonra müzeye getirilerek sergilenmektedir…
Sergilenen birçok mezar taşı var… O günün kültüründe olsa gerek mezar taşları üzerindeki ifadeler şu şekilde yazılmıştı: “Ali eşi Ayşe için bu mezar taşını diktirdi.” Diğer mezar taşlarının üzerinde yazan ifadeler ise şu şekildeydi:
“Bu mezar taşını babası için diktirdi…”
“Bu mezar taşını annesi için diktirdi…”
“Bu mezar taşını oğlu için diktirdi…”
“Bu mezar taşını kızı için diktirdi…”
Mezar taşlarının üzerindeki yazılar bu minval üzere devam ediyordu…
Mezar taşlarına tek tek bakarak ilerlerken birkaç adım önde olan Haluk Berk, “Baba şu taşa baksana bu diğerlerinden sanki farklı?” dedi.
Taş olarak aynı idi… Fakat mezar taşları arasında üzerindeki yazının içeriği farklı olan tek bu mezar taşıydı. Bu farklı mezar taşının üzerinde şu ifade yazıyordu: “Ydernos oğlu Malamolos ‘dostu’ Zarbis için bu mezar taşını diktirdi.”
Müzede bir uzun bir sıra halinde sergilenen mezar taşlarının biri hariç diğerleri bir yakını için yap(tır)ılmıştı…
Sadece Ydernos oğlu Malamolos yakını olmayan biri için mezar taşı yap(tır)mıştı…
Malamolos dostu için yaptırmıştı bu mezar taşını…
Çocuklarla mezar taşının önünde modern zamanlarda unutulan “dost” kavramı üzerine konuşmaya başladılar… Ölmüş bir insan artık maddi dünyadan ayrılmış biridir… İnsana ne bir kötülüğü ne bir iyiliği dokunabilir…
Malamolos ve Zarbis’in dostluğu maddi dünyayı aşan bir dostluktur… Homoeconomicus insanı bunu anlamakta zorlanabilir… Modern zamanlar için ilginç bir durum. Dostlukların öldükten sonrada devam etmesi… Hatta müzede bu mezar taşının önünde durulup dostluk hakkında konuşulması…
Bu düşünceler onu köydeki küçüklüğüne götürdü. Bir yakını öldükten sonra en kısa üzere de mezar taşı yaptırılmaz ise geride kalanlar ayıplanırdı! Şöyle denirdi: “Mezarını bile yaptırmadılar!”
Bu alışkanlık belki de kadim bir kültürün süzülerek gelmesi idi…
Zarbis’in belki de bir yakını yoktu veya Malamolos ile çok derin bir dostlukları vardı…
Dostluk kavramı modern dünyada epeyce unutuldu... Çağdaş (!) insanların konuşmaları aklında geçmeye başladı… Bizim oğluna ev aldım… Kıza yeni bir araba aldım… Babama markalı takım aldık…
Hepsi bir yakınıydı… “Bir fakir, bir arkadaş, bir dostun için ne yaptın?” sorusu insanlar arasından gittikçe siliniyordu…
Kutsal bir sözü hatırladı: “Bir dostu hiç Benim için dost edindin mi?”
Gerçek dost O idi… O’nun için…
Çocukların baba, baba diye elinde çekmesi ile daldığını fark etti…
“Gerçek dostluklar O’nun için edinilen dostluklardır. Böyle dostluklar neredesin” diye düşünerek yürümeye başladı…
Not: Mezar taşının aslı “Kahramanmaraş Arkeoloji Müzesinde” sergilenmektedir.