Gidişattan geleceği okumak için kâhin olmaya gerek yok. Kâinatta tesis edilmiş olan nizam sebepler ve sonuçlar bağlamında yürüyor. Toplumsal ve siyasi gelişmeler yarınların neler getireceğine dair tarihi tecrübeler ışığında yorum yapma imkânı sağlıyor.
2024’e küresel ölçekte büyük gerginliklerle girdik. Şu an Rusya-Ukrayna Savaşı ve Asya Pasifik’te ABD-Çin çekişmesi ikinci sıraya gerilemiş olmasına rağmen ehemmiyetini hâlâ koruyor. Gündemin ilk sırasında İsrail-Gazze Savaşı, Doğu Akdeniz ve Kızıldeniz’deki gelişmeler var.
İsrail’in Gazze’deki büyük soykırımına devam etmesine rağmen Hamas’ı yenemeyeceği ortada. Hava üstünlüğü tek silahı. Kassam Mücahitleri katiller sürüsünü Gazze yıkıntıları arasında keklik gibi avlıyor. Tanklarını ve diğer zırhlı araçlarını birer ikişer imha ediyor. İsrail asla kuramadığı psikolojik üstünlüğü karada Hamas’a kaptırmış durumda.
İsrail iç politik bir kaosa sürükleniyor. Çatlak seslerin frekansı iyice yükseldi. Eski genelkurmay başkanı bunların başında geliyor. Kayıpların büyüklüğü kendi kamuoylarından özellikle saklanıyor. Ama mızrak çuvala sığmıyor. ABD’li analistler bile İsrail’in askeri başarısızlığını açıkça dile getirmeye başladı. Terörist başı Netanyahu ve katil ekibi iyice köşeye sıkıştı. Güney Afrika Cumhuriyetinin Anadolu Ajansı patentli delillerle de güçlendirilen Uluslararası Ceza Mahkemesinde (UCM) açtığı “Soykırım Davası” İsrail için ayrı bir sıkıntı. Politik bir darbe beklentileri bile konuşulmaya başlandı.
ABD’nin Netanyahu’ya desteği eski seviyesinde değil. İsrail Gazze’de konuşlandırdığı 5 tugay askerini çekerek daha düşük yoğunluklu ve uzun soluklu bir savaşı hedeflediğini dillendirmeye başladı. Kısacası vahşice yakıp yıktığı Gazze’den çıkış yolları arıyor. Ocak sonu veya Şubat başı gelmeden İsrail’de Netanyahu hükümetinin devrilerek yerine bir restorasyon hükümetinin kurulduğuna şahit olabiliriz. Savaşın tüm sorumluluğunu Netanyahu ve kabinesine yükleyerek Gazze’den çekilebilecek yeni bir hükümetle karşılaşmak pekâlâ mümkün olabilir.
Bunun sebeplerinden birisi de ABD’nin Ekim ve Kasım aylarındaki sınırsız ve ölçüsüz desteğinin gevşemeye başlaması. Hem uluslararası baskılar hem de kendi iç kamuoyu baskıları ABD’yi zorluyor. İsrail’in istediği ağır saldırı helikopterlerini vermeyeceklerini açıklamak zorunda kaldılar. Kongreden yeni yardım paketinin geçmeyecek olması Biden’i kongreyi bypass ederek başkanlık yetkisiyle onay vermeye itiyor. Ancak nereye kadar?
Açıklamaya göre, İsrail geçen hafta Gazze’de 45000 top mermisi kullandı. Üstelik bu sadece top mermisi rakamı, ya diğerleri? Değirmen nereye kadar taşıma su ile dönecek? İsrail’in cephane stokları eridi. ABD’nin on binlerce mil öteden silah ve cephane taşıma gücü nereye kadar dayanacak? Amerikan kamuoyu İsrail’in bu ölçüsüz ve sınırsız kredisine daha ne kadar evet diyebilecek? 2024 ABD başkanlık seçimleri yılı. B u mesele seçim süreci üzerinde belirleyici olacak.
Son bilgilere göre ABD Doğu Akdeniz’e İsrail’e destek için gönderdiği en büyük uçak gemisi USS Gerald Ford uçak gemisi ile ona eşlik eden kruvazör ve saldırı gemilerini çekmeyi planlıyor. Bu İsrail için Doğu Akdeniz açıklarındaki büyük askeri desteğin zayıflaması demek. Görünen o ki şu aşamada İsrail’in saldırılarını durdurarak geri çekilmesi ABD’yi de büyük bir yükten kurtaracak gibi. Ancak yaktıkları ateşin yangını bölgede suların durulmasını getirmeyecek.
ABD ve İsrail’i sıkıştıran ikinci bir bölge ise Kızıldeniz ve Yemen. Yemen’de İran destekli Husiler Ekim sonundan beri Babu’l-Mendeb Boğazını ve Aden Körfezini kapatmış durumda. Birçok gemiye el koydular. Kızıldeniz, uluslararası denizaşırı ticaretin can damarı. Başta BP ve Danimarkalı Maersk olmak üzere Batılı şirketler Uzak Asya’dan Avrupa’ya götürdükleri mallarını 5 bin deniz mili daha fazla mesafe kat edip, Afrika çevresini dolaşmak zorunda kalıyorlar. Bu taşıma maliyetleri ve ürünün zamanında teslimi gibi temel kapitalist unsurlara zarar veriyor. Daha şimdiden enflasyonist baskılar Avrupa piyasalarında Uzak Asya kökenli malların etiketlerini %10 civarında yükseltmiş durumda. Yani Gazze’deki İsrail saldırıları dolaylı olarak Avrupa’nın mevcut kapitalist ekonomisine zarar veriyor.
Yemen dünyanın en fakir ülkelerinin başında geliyor. Üstelik uzun zamandır iç savaş yaşıyor. Ancak bulunmuş olduğu coğrafya gücüyle kıyaslanmayacak derecede büyük bir jeopolitik öneme sahip. Bu sebeple ABD Yemen’e karşı bir Haçlı İttifakı kurmaya çalışıyor. Refah Muhafızı Koalisyonu adını verdiği oluşumun amacı Kızıldeniz, Aden Körfezi ve Babü’l-Mendeb Boğazındaki uluslararası deniz taşımacılığını Husilerin saldırılarından korumak. Yaklaşık 20 ülkenin katılacağının açıklandığı Haçlı Koalisyonu daha başında çatlaklarla yüzleşiyor. Fransa ve İspanya koalisyona savaş gemisi göndermeyeceğini bildirirken, bazı ülkeler isimlerinin açıklanması istemiyor. Haçlı koalisyonunun toplanmadan dağılma riski söz konusu. Bu ABD için çok büyük bir itibar kaybı olur.
Hava saldırılarıyla vurulabilen ülkeler kara kuvvetleriyle kontrol altına alınmadan teslim alınamıyor. ABD 1950 sonrası bunu çok kötü tecrübe etti. Vietnam, Irak ve Afganistan’dan eninde sonunda çekilmek zorunda kaldı. Artık uluslararası koalisyonlar kurmadan bir ülkeye kara gücü sokacak cesareti de yok. O imkânını da en son Körfez Savaşında kullanabildi. Şu an Yemen’e karşı oluşturmaya çalıştığı Refah Muhafızı Koalisyonu ülkeler üzerinde bir heyecan oluşturmuyor. Üstelik İran’la çok ciddi ticari ilişkileri olan Fransa ve diğer Avrupa ülkeleri için Husilerle savaşmak İran’la karşı karşıya gelmek olacağı için çok da tercih edilebilir değil.
Husilerin ABD savaş gemilerinden kalkan savaş helikopterlerine yönelik saldırı girişimi ABD’nin üç Yemen botunu batırması ve 10 Yemenlinin ölümüyle sonuçlandı. Ancak İran bu duruma Elbruz Savaş gemisini Kızıldeniz’e gönderip, ABD’ye gözdağı vermekle karşılık verdi. İran gemisi şu an Kızıldeniz içinde Yemen açıklarında bir yerde. Bu derece dar bir denizde ABD uçak gemileri ve diğer savaş gemileriyle İran savaş gemisinin sürtüşme ihtimali sıcak çatışma riskini artırdı. Ancak İran direk kendine bir saldırı olmadığı müddetçe savaşı Husiler ve Hizbullah gibi gruplar eliyle düşük ölçekte yürütmeyi tercih edecektir.
İslâm ülkeleri her ne kadar Batı karşısında güçsüzlerse de bu güçsüzlük 1 asır önceki ile hatta 1990’daki Körfez Savaşı Koalisyonundaki ile karşılaştırılamayacak kadar az. Yani makas açıklığı eskisi kadar değil. İslâm ülkeleri işgal ve saldırılara karşı daha dirençli. Silah kapasiteleri arttı. Batı bunun farkında. Müslüman Bosna Avrupa’nın göbeğinde varlığını kabul ettirdi. Koalisyon güçleri Afganistan’dan çekilmek zorunda kaldı. Karabağ’da Türkiye-Azerbaycan ittifakına kaybettiler. Libya’da istedikleri olmadı. Afrika’dan kovuluyorlar. Katar’a çökemediler.
ABD’nin tüm deniz aşırı coğrafyalardaki varlığı ve etkinliğini çatışarak devam ettirebilmesi güç ve maliyet açısından uzun soluklu bir sürdürülebilirliğe sahip değil. Bu sebeple tansiyonun düşmesi kendi menfaatine. Onun da yolu İsrail’in akıl sınırlarına çekilmesinden geçiyor. Üstelik Türkiye hâlâ yumuşak güç olarak diplomasi kanallarını kullanıyor. Henüz askeri kapasitesi ve teknolojisini tehditkâr pozisyona getirmedi. Sadece ulaştığı teknolojik gücün bir kısmının tanıtımını yaparak adrese teslim gerekli mesajlarını vermekle yetiniyor...
02/01/2024-İbrahim KANADIKIRIK