Bu bizim atasözleri bir âlem değil mi? İnsan ne yapacağını şaşırıyor…
Söz gümüşse sükût altındır. Sükût ikrardan gelir.
Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır. Lafla peynir gemisi yürümez.
Cana geleceğine mala gelsin. Mal canın yongasıdır.
Damlaya damlaya göl olur. Taşıma suyla değirmen dönmez.
Gün doğmadan neler doğar. Perşembenin gelişi cumadan bellidir.
Fazla mal göz çıkarmaz. Azı karar çoğu zarar.
İyilik yap denize at. Merhametten maraz doğar.
İki gönül bir olunca samanlık seyran olur. İki çıplak bir hamama yakışır.
Hepsi birbirinden anlamlı bu sözleri söylerken gerçekten kafa karışıklığı mı yaratmakmış amaç? Yoksa tüm bu sözler bize çok farklı bir noktayı mı işaret ediyor?
Terazide bir tarafın ağır basması sebebiyle ağırlığı ortaya doğru çekip dengelemek gibi, hayatta dengeyi oturtmak… Belki de bu sözler tüm aşırı unsurları dengelemek amacıyla akıl vermeyi hedefliyordur. Aynı bir terazide uç noktalarda ağırlık arttığında dengenin kaçıp terazinin üzerindeki tüm nesnelerin yere saçılması gibi dağılır insan aşırıya kaçtığında… Hayat aşırı yapılan her şeyin verdiği zararların örnekleri ile doludur.
Kişinin gerek fiziksel gerekse ruhsal olarak her zaman kendini dengede tutmaya çalışması tüm hayatının sağlıklı ve huzurlu geçmesi için son derece önemli. Az suyun vücudunu kurutması, çok suyun böbreklerine zarar vermesi gibi… Ya da doktorların kalp için her gün bir kadeh şarap önermesi ama her gün bir şişe şarapla karaciğerin harap olması gibi… Hiç yapılmayan sporun kişiyi hantal ve hasta etmesi, aşırıya kaçılan sporun kaslara hasar vermesi gibi… Kişinin temizliği ve temiz olmayı sevmesi ile aşırı temizlik takıntıları sebebiyle hayatı kendine zindan etmesi gibi…
Fiziksel aşırılıklar gibi ruhsal aşırılıklar da saymakla bitmiyor. İnsan da, tüm hayatını dengeyi arayarak ve dengede yaşamaya çalışarak geçiriyor. “En iyi ve en güvenli şey hayatında bir denge tutturmaktır, çevremizde ve içimizdeki büyük güçleri anlamaktır.” Demiş ünlü şair Euripides. Ve eklemiş: “Eğer bunu yapabilir ve bu şekilde yaşayabilirsen, o zaman sen bilge bir insansın.”
Yardımsever olmak insan olmanın en güzel meziyetlerinden biridir. Ama birisine, kendisi de öğrenip yapabilecekken sürekli yardım etmek, o kişinin devamlı bağımlılığı ve sizin hayatınızı tamamen o insan için yaşamanız anlamına gelecektir.
İnsanları sevmek hep özlediğimiz hep aradığımız bir kişilik özelliğidir. Ama bir insanı aşırı derecede sevmek, bir süre sonra duygunun sevgi olmaktan çıkıp, takıntı haline gelmesi anlamına geliyor. İnsanı kör ediyor ve aklını durduruyor. Kişiyi hasta ediyor.
Bir miktar kaygı insana yaşadığını hissettirecektir. İşini, evini, sevdiklerini önemsemesini; olası tersliklere karşı önlem almaya çalışmasını sağlayacaktır. Oysa aşırı kaygı kişiyi önce akıl sağlığı olarak hasta edecek, eğer çok daha aşırı olursa fiziksel olarak da ciddi hastalıklara açık hale getirecektir.
Tüm örnekleri saymakla bitiremeyiz. Bireyin içsel dengesini bulmak ve bunu hayatına uygulayabilmek en önemli görevlerinden biridir. Hayatta başarısız olduğumuzda ya da duygusal olarak hayal kırıklığına uğrayıp düştüğümüzde, genellikle bunu bize birinin yaptığını ya da yaşamış olduklarımızın neden olduğunu söyleriz. Oysa sağlam bir yapının depreme, kuvvetli bir ağacın rüzgâra ya da yere sımsıkı bağlı bir direğin sele dayanması gibi değil midir hayat? Bizi yıkan gerçekten bize vuran olaylar mıdır yoksa bizim dengemizin sağlam olmayışı mıdır? Belki de düşünmemiz gereken bunlar.