Geçmişten günümüze zaman zaman bürokrasiden hep şikâyet edilmiştir. Bir süre önce iktidar milletvekillerinin “bürokratlardan” yakındıkları haberi basında yer aldı. Bu haberlerde şu düşünceler dikkat çekicidir: “Bürokratik oligarşi’ hâlâ sürüyor; telefonlara çıkmayan, işleri savsaklayan bürokratlar var; Bürokratlar kibirleriyle kendisini siyasetin üzerinde görüyor. İşlerimize çözüm bulması gereken bürokratlara çoğu zaman ulaşamıyoruz. İcraatta başarısız kalıyorlar.”
BÜROKRASİ
Bürokrasi, bir toplumda tabandan yukarıya doğru çıktıkça daralan bir yapı içinde örgütlenmiş olan ‘atanmış görevliler’ topluluğudur. Bürokrat ise devlet kurumlarında çalışan üst düzey yöneticiler topluluğu olarak tanımlanmaktadır. Unvanı ve yetkileri değişse de sonuçta kamu görevlilerin tamamı bürokrat ve bürokrasinin bir parçası olan memurlardır…
Her devlette böyle bir görevliler topluluğunun bulunması bir zorunluluktur. Elbette işlerini hakkıyla yapan bürokratlar vardır. Zaten şikâyetlere konu olanda bürokratların varlığı değildir. Önemli bir sorun olarak bazı bürokratların kibirleriyle kendisini siyasetin üzerinde görmesidir. Kibir; büyüklenme veya başkalarından kendini üstün tutmaktır. Bir bürokrat niçin böyle bir davranış içerisine girer?
Max Weber’e göre; “Bürokrasi toplumda uzlaşma meydana getiren, fakat aynı zamanda bütünlemeyi bozan en esaslı kaynaktır.”
Ülkemizde bürokrasi uzlaşmayı sağlama yönünden çok zaman zaman bütünleşmeyi bozan bir unsur olarak ortaya çıkmıştır… “Atanmış bazı görevlilerin” 1960, 1980, 28 Şubat, 17/25 Aralık, 15 Temmuz vs. örneklerinden hatırlanacağı gibi düzeni ve bütünleşmeyi hangi boyutlarda bozabileceği “olgu” seviyesinde bilinmektedir…
Elbette tek tek bakıldığında beşeri sermaye olarak bürokratlar değerli ve sorun değildir. Zaten sorun olan engelleyici kurumsal bürokrasidir. Bürokrasi; devlet kurumlarında bahaneler (kırtasiye işlerini denilmekte) öne sürerek işlemleri zorlaştırmaktır. Bu zorlukların “telefonlara çıkmama” noktasına ulaşması alarm durumudur…
Max Weber; siyasetçinin karşılaştığı en önemli sorun olarak uygulanacak otoritenin fiilen bürokrasinin elinde olmasını görmektedir. Siyasetçi ne kadar çaba ile işe başlarsa başlasın başarısı bürokrasinin otoriteyi kullanış tarzına bağlıdır (ayrıntı için bk. Sulhi Dönmezer, Toplumbilim)…
SİYASETÇİLER
Başarı planlaması yapan partiler bürokrasideki metal yorgunluğunu veya işlev bozukluğunu mutlaka önemsemelidir. Çünkü bu bürokratları göreve getirenler siyasetçilerdir.
Psikolog Sayın Doğan Cüceloğlu kendisi ile yapılan bir röportajda “Değerlerle siyasetin ilişkisi nasıldır?” sorusuna verdiği cevap şu şekildedir: “Siyasetçiler kötü insanlar değil. Onlar da bildikleri kadar davranıyorlar.”
Siyasetçiler bu toplumun içinde çıkan insanlardır. Hatta bazı özellikleri ile onlardan da farklıdırlar. Örneğin milletvekillerinin eğitim seviyesi toplumun eğitim seviyesinden daha yüksektir. Milletvekilleri arasında üniversite mezunu oldukça fazladır. Toplumumuzun ortalama eğitim seviyesinin 6-7 yıl kadar olduğu hatırlanmalıdır.
Ülkemizde siyaset yasama çalışmaları yanında halkla ilişkiler tarzında yürütülmektedir. Siyasetçi meşru zeminde olan talepleri ilgili kurumlara taşıması “siyaset pratiği” açısından normal bir durumdur.
Türkiye çok uzun yıllar, başta güvenlik, yargı ve eğitim alanları olmak üzere bürokrasiden çok çekmiş bir ülkedir. Diğer yanda bürokratlar hakkında genellemeler yapılmamalıdır. Çünkü aralarına liyakat sahibi işini iyi yapan çok değerli insanlar vardır.
Siyasetçinin birikimlerinin şehri ve ülkeyi ileriye taşıyacak kadar olup olmadığı ise tartışılabilir. Mevcut gidişata bakılırsa galiba “bildikleri kadar davranıyorlar” sözü haklı. Kimin ne kadar birikimi olduğunu konuştukları ve yaptıkları yeterince anlatmıyor mu?
Son söz: Bürokratik devleşme devletlerin işlevini bozar.