Geçen hafta Mehmet Ali Erbil’in (1957) katıldığı bir TV programında yaptığı açıklamaları okudum (bk. 4.6.2021 tarihli gazeteler). Dikkatimi çeken şu kısım oldu: “Beni üstün yetenek olarak 14 yaşında konservatuara aldılar. Ben yatılı okula girmiş oldum ve annem Ankara'da ben de Ankara'da okuyorum. Yine ilişkimiz hiç normal değil. Yatakhaneye gelirdim gece ağlardım, Allahım ben hiç böyle olmayacağım ben hiç ayrılmayacağım, hiçbir zaman karımla ayrılmayacağım, böyle çocuklarım olmayacak benim derdim. Ama hiç dediğim olmadı, dünya istediğin gibi sürmüyor. Bu arayıştan, bu sevgisizlikten 4 tane eşimden de ayrıldım, annemi sevemedim sonra. Bu benim hatam değil. Bizi üvey babaya ezdirdiği için.”
Bu konuşmayı yaptığında Erbil 64 yıl yaşında. Anladığım kadarı ile ilişkilerinin hiçte normal olmamasını ‘sevgisizlik’ ile açıklıyor.
Peki, ilgili burada daha başka davranamaz mıydı? Bu soruya cevap ararken benzer bir soruna dikkat çeken “Emily'e acı çektirdim” diyen birine kulak verelim.
Emily'e acı çektirdim
Doğan Cüceloğlu’nun şu açıklamalarına dikkat çekeceğim: “İnsan ilişkileriyle ilgili çocukluğumda gördüğüm ve öğrendiğimin ötesinde yeni bilgilere ve tutumlara gereksinmem olduğunu anladım. İstanbul Üniversitesi Psikoloji Bölümü'ne yazıldım ve oradan mezun olduktan sonra ABD'de Illinois Üniversitesi'nde doktoramı yaptım. Uzmanlık alanım iletişim psikolojisidir. Amerika'da doktora öğrencisiyken evlendim. Evlendiğimde ne kendimi tanıyormuşum, ne de evliliğin ne olduğunu. Sonuç: hem ben çok ıstırap çektim hem de Emily'e acı çektirdim.” (bk. )
Bu yazıyı daha iyi anlamak için önceki yazılarımı okumanızı öneririm.
Sorumluluğu geçmişe (çocukluktaki travmalara) bu kadar yüklemek doğrumu?
Erken dönem
Sigmund Freud erken dönemde (0-6 yaş) yaşanmışlıkların önemli olduğunu iddia etmişti. Çağdaş psikologlar önemli bulmakla beraber bu duruma biraz farklı bakmaktalar: Erken dönemdeki hayat sıkıntılarının çocukların ‘incinebilirlik ve dayanıklılıklarına’ bağlı olduğunu söylemekteler. Yüksek incinebilirlik gösterenlerde ciddi davranış ve öğrenme sorunları ortaya çıkabiliyor. Ama Erken dönemdeki hayat sıkıntılarının Freud’un ön gördüğü gibi mutlaka sosyal-duygusal problemlere neden olmadığını söylüyorlar. Bunu için genetik faktör yanında sosyal bilinç, sosyal destek, ilgi ve güven (bk. Rod Plotnik, Psikolojiye Giriş S. 394). İyi bir öğretmen (bakıcı, dede, nine vs) ve ilgilinin gözlemleyip taklit etmesi (sosyal bilinç) birçok sorunu çözebilir.
Yukarda iki özgeçmişte bir olayı ortaya koymaya çalıştık. Birisi farklı bir yol izlemiş diğeri başka bir yol. Biri raydan çıkan hayatını yoluna koymuşken (başarmış) diğeri başaramamış! Neden?
Yeni bir yol
Kanaatimce eğitim almış olsa da düşünme ve analiz yeteneği gelişmemiş insan çokta rafineleşmiyor (Hassas, duygulu, nazik, ince, seçkin…). Doğan Hoca hayatının bir döneminde kendisi ve yaptıkları üzerinde düşünmese, sorgulamasa, analiz etmeseydi (bilinçlenme süreci geçirmese) muhtemelen kendi gerçeklerini göremeyecek, değiştirme yoluna gitmeyecek ve kendine yeni bir yol çizmeyecekti.
Vardığımız bu sonucu, insanın şu tanımı desteklemektedir: İnsan; toplum hâlinde yaşayan, düşünme ve konuşma yeteneği olan, evreni bütün olarak kavrayabilen, bulguları sonucunda kendini ve çevresini değiştirebilen canlı.
İnsan olmak için, düşünme, kavrama, değişme gerek. Bunun içinde aramak veya yola koyulmak lazım.
Özetle durup, biraz soluklanıp kendimiz, hayat ve gelecek üzerine düşünmez, hakikat arayışına girmeksek boşa gitmiş bir hayat yaşarız veya yaşatırız.
Sonsöz: Sorun, sorumluluk başkasına atılarak çözülemez.