Dünkü köşemde uluslararası güçlerin hedefi haline gelen 32 'inci Osmanlı Padişahı, Sultan Abdülaziz’in darbe sonrası tahttan indirilmesini anlatmıştım. Bugünkü yazımda, 10 yaşındaki kızı Nâzime Sultan’ın gözü önünde katledilmesini dile getireceğim.
Padişah haremleriyle birlikte yağmur altında kayıklara bindirilerek Topkapı sarayına getirilmiştir. Yağmurda ıslanan kıyafetlerini dahil değiştirmesine izin vermeden onu boş bir odada bekletmişlerdir. Bir süre sonra III. Selim'in öldürüldüğü daireye yerleştirilmiştir. Sultan Abdülaziz yeğeni V. Murad Han'a bir mektup yazmış, evvela onu tebrik etmiş ve bir ricada bulunarak Topkapı Sarayı'ndan başka bir yere yerleştirilmek istediğini belirtmiştir. Birkaç gün sonra Sultan Abdülaziz ve haremi kendi yaptırdığı Feriye Sarayı'na nakledilmişlerdir.
Sultan Abdülaziz, burada gayet sıkı bir şekilde gözaltına alındı ve hemen, hizmetine üç hizmetçinin tayin edildiği vâlide sultana bildirildi. Bu üç uşak, Cezâyirli Mustafa Pehlivan, Yozgatlı Mustafa Çavuş ve Boyabatlı Hacı Mehmed idi. Bu üçü, cinayet günü sabah erkenden Fahri Bey tarafından gizlice saraya sokulmuşlardı. Binbaşı Necib ve Binbaşı Ali Beyler de gelmişti. Reyhan ve Rakım Ağalar odanın kapısı önünde, kimsenin sokulmaması için nöbetçi bırakıldılar. Böylece katil heyeti sekiz kişi oldu. Bu altı kişi, sessizce Sultan Abdülaziz Han’ın odasının önüne geldiler ve içeri girdiler. Çok hızlı hareket eden kâtiller, Sultan Abdülaziz Han’ın üzerine atıldılar. Bir mücadele yaşandı. Bu mücadelede padişah zaman zaman ellerinden kurtulmayı başardı. Fakat daha sonra padişahı ellerine geçirdiler ve bilek damarlarını kestiler. Sultan tamamen bitkinleşince de olduğu gibi bırakıp her biri bir yere savuştular. Ardından da önceden ayarlandığı gibi, hizmetçi ve küçük memurlardan birkaçı hemen feryada başladılar. Bu feryadlar üzerine odanın kapısı kırıldı ve Sultan Abdülaziz Han, bir şilteye sarılarak çok hızlı bir şekilde karakola götürüldü. Bu acelenin asıl sebebi, padişahı katlettikleri sırada yaşanan boğuşma izlerini göstermemek ve muhtemel delilleri ortadan kaldırmaktı. Sultan Abdülaziz Han’ın katli esnasında, sarayda bulunan şehzâdeler ve diğer saray erkânının kapılarına nöbetçiler dikilmiş, odalarından çıkmalarına asla izin verilmemişti. Karakola nakledilen padişah hâlâ canlı idi. Muayene ve rapor için gelen doktorlardan bazıları padişahın vücudunu etraflıca incelemek istedikleri vakit, Hüseyin Avni Paşa: “Bu, bir padişahın cesedidir. Onun için size her tarafını açıp gösteremem” demek suretiyle isteklerine mâni oldu. Bu şekilde, incelenmeden tutulacak bir rapora imza atmayacağını bildiren Hekim Ömer Paşa’nın o anda rütbeleri sökülmüş ve askerlikten uzaklaştırılmıştı. Hatta rapor iki kere yazılmış ve vekiller tarafından beğenilmemiş ve üçüncüsü yazılmıştı. Doktorlara önce yüzü açılıp gösterilmiş ve bu cesedin Sultan Abdülaziz Han’a ait olduğu tespit ettirilmişti. Daha sonra sağ ve sol kolları açılarak gösterilmişti. Sadece bunlara göre rapor yazılmış ve ceset ile beraber bir de makas getirilmişti. Bu kontrol esnasında, doktorlara: “İşte yaraları açan bu makastır. Sultan bu makasla kollarını kesmiştir!” denilmişti. Hem muayene için izin verilmiyor, hem de işte kendini bu makasla kesti denilerek, daha o anda karar verilmiş oluyordu. Ne acı ki katili Hüseyin Avni Paşa; Sultan Abdülaziz’in 4 Haziran 1876 tarihinde Feriye Sarayında bileklerini keserek intihar ettiğini açıklıyordu…