Türkiye 14 Mayıs 2023 seçimlerini tarihî derinliklerinden gelen olgunluğunun bir göstergesi olarak büyük bir sükûnet havası içerisinde başarıyla tamamladı. Avrupa’nın, ABD’nin kendi ülkeleri için hayal bile edemeyeceği yaklaşık %87’lik bir katılım oranıyla sandığa gitti. Haftalardır başta sosyal medya platformlarında olmak üzere gerginlik havası oluşturmaya çalışanların, kargaşa çıkacağı söylentilerinin, hatta “iç savaş çıkacağı” iddialarının kocaman birer yalan ve manipülatif paylaşımlar olduğunu dost düşman herkes bir daha gördü. Bu millet geçmişte ideoloji, mezhep vb. çekişmelerle çok acılar çekti ve artık provakasyon amaçlı tuzaklara düşmeyeceğini bir daha ortaya koymuş oldu.
Ancak tüm bu güzel toplumsal duruşa rağmen kendisi gibi düşünmeyenlere karşı hazımsızlığını kin kusma noktasına getiren bedbahtlar da eksik olmadı. Özellikle deprem bölgesindeki seçim sonuçlarının birilerinin beklediği gibi çıkmaması direk depremzedelere yönelik insanî değerlerin dışına çıkmış söylemlere dönüşmeye başladı.
Çeşitli video ve twitter paylaşımları, bir belediyenin konaklama ihtiyaçlarını karşıladığı depremzedeleri kaldıkları otelden kapı dışarı etme tebligatı gibi milli iradeye karşı hazımsız davranışların insanî diğerlerden yoksunluk noktasına gelmiş olması gerçekten çok acı bir hakikat. Kimse keyfinden memleketini terk edip gitmedi. Herkes kırık dökük de olsa evine döneceği günün hasreti içinde. Hiçbir depremzede güle oynaya gelen yardımlara elini uzatmadı. Bir tas sıcak çorbaya, bir şişe suya elini içi kan ağlaya ağlaya uzattı. O korkunç günlerde ve sarsıntıların birbiri ardına geldiği zamanlarda bırakın evi yıkılanı, evi sağlam olan bile evine çıkıp ihtiyacı olan en temel eşyasını veya gıdasını bile alamıyordu. İlle bu durumu anlamak için aynısını yaşamak mı gerekiyor?
Bu tip davranışların tamamen marjinal bireysel eylemler olduğu konusunda hiçbir tereddüdüm yok. Kendi oy verdikleri kitle ve yapıları bağladığı düşünülmemelidir. Ancak bu marjinal tipler de maalesef belirli bir kitlenin içinden çıkıyor. Herkesin şapkasını önüne koyup, kendini sorgulaması lazım. Tercihleri dolayısıyla depremzedelere küfretmek faydadan çok zarar getirir. Özellikle Millet İttifakı bileşenlerinin bu tip eylem ve söylemleri kınadıklarına ve asla böyle bir şeyin tasvip edilemeyeceğine dair basın açıklamaları yapmaları elzemdir. Bu hususta tepki koyan siyasi aktörler de varsa ayrıca tebrik ediyorum. Aksi takdirde bu söylem ve eylemlerin siyasi aktörlerin üzerine de bulaşacağı su götürmez bir gerçektir. Gittikleri yerlerde vatandaş bu meseleyi gündeme getirmekten çekinmeyecektir.
16 Mayıs akşamı Sayın Cumhurbaşkanının CNN’de katıldığı söyleşide Van ve Defne Hastanesi örneği verildi. Seçimlerde Defne’de %20 gibi çok düşük bir oy tercihi alan Cumhurbaşkanının Defne Devlet Hastanesinin hızlı inşası örneğinde olduğu gibi kendilerine oy versin vermesin memleketin her yerine ihtiyacı olan hizmeti yapmanın devletin en temel vazifesi olduğunu söylemesi bu tip aymazlıklara verilecek en güzel cevaptı.
Biz bu felaketi hep birlikte yaşadık. Deprem ve zor hava şartları sadece Cumhur İttifakına veya Millet ittifakına oy verenlere gelmedi. İnsanların zihniyetleri, hayata bakış açıları, meslekleri, ırkî veya mezhebi alt kimlikleri ne olursa olsun herkese birden geldi. Herkesin canını birden yaktı. On binlerce insanımız vefat etti, göçük altında kalıp saatlerce, günlerce kurtarılmayı bekledi, uzuvlarını kaybetti, akrabalarını, mallarını, hatıralarını, hayallerini vs. çok şeylerini kaybetti. Hayatımız boyu deprem fobisini yaşamaya mahkûm olduk. Oturduğumuz koltuğu kımıldatsak deprem mi oluyor diyoruz, geceleri yataklarımızda rahat uyuyamıyoruz, sık sık endişe içinde uyanıp irkiliyoruz, yeni ve güçlü bir depremin olabileceği endişesini sürekli yaşıyoruz. Şehirlerimizin yıkıntı halindeki durumu, çadırlar ve konteynırlarda verilen yaşam mücadelesi ayrı bir travma. Bunu bu bölgede hangi siyasal tercihe sahip olursa olsun milyonlarca insan hep birlikte yaşıyor.
Şimdi sorguluyoruz. Acaba deprem sonrası tüm Türkiye’den gelen yardımların bir kısmı siyasal bir ön koşula bağlı olarak mı gönderildi? Böyle bir niyetle yardım gönderenler varsa keşke bu ön koşullarını sadece şuralara veya şunlara ulaştırılsın diye belirtselerdi. Yine de böyle bir niyetin olduğuna inanmak içimden gelmiyor. Bizim inancımız ve kültürümüzde bir felakete uğrayan kişinin değil kendi insanımız, düşmanımız bile olsa ona yardımcı olmak için tüm imkânlarımızı seferber etmemiz en büyük fazilet ve erdemdir. Bu tipler Yunanistan kadar bile mi olamıyorlar? Kendileri gibi düşünmeyenlere düşmanlıkları Yunanlılardan daha mı fazla?
Allah değil ülkemizin herhangi bir yerine, düşmanımızın başına böyle felaketler vermesin. Ancak tabiatın doğasında felaket üretmek var. Yarın bir gün başka yerde bir felaket yaşandığında Maraşlılar, Hataylılar, Adıyamanlılar, Malatyalılar “beter olun, size yardım edilmez, kime oy verdiyseniz o yardım etsin” mi diyecek? Asla demeyecek. Çünkü bu tipler toplumu hiçbir şekilde temsil etmez. Ancak bunların bir kısım klinik vakalar olduğu siyasal aktörler tarafından açıkça dile getirilmelidir. Aksi halde “kucaklaşalım, helâlleşelim” gibi söylemlerin altının boş olduğu en acı bir hakikât olarak tarihe kazınacak.
Bir hep birlikte Türkiye’yiz. Bir asır önce Fransız bu bölgeyi işgal ettiğinde Türküyle, Kürdüyle, Arabıyla, Kafkasyalısıyla, Sünnîsiyle, Alevisiyle, Abdalıyla hep birlikte bir vatan mücadelesi verdik. Hep beraber “Çanakkale Geçilmez” dedik, “Ya İstiklâl Ya Ölüm” dedik. Maraş’ı kurtardıktan sonra Antep’e, Hatay’a, Batı Cephesine yardıma gittik. Sakarya’da Büyük Taarruz’da şehid düştük, gazi olduk. Edirne’den Kars’a vatanın her karışı kurtulana kadar silah bırakmadık. Cepheden evlerimize dönmedik. Türkiye, Türk Devleti, Türk Milleti, Türk Bayrağı, Türk Ordusu, Atatürk, tarihimiz, kültürümüz, dilimiz, inanç değerlerimiz ve birlikte barış içerisinde yaşama kültürümüz hepimizin ortak değerleridir. Bunların hiçbirisi birbirimize karşı bir ayrıştırıcı unsur olarak kullanılamaz, su-i istimâl edilemez. Yaşanan felaketler ve sevinçler hepimizin hânesine dâhil olur.
Türkiye’yi siyasal tercihleri dolayısıyla ayrıştırmaya, düşman kamplara bölmeye çalışan, birbirine vereceği desteği tercihine göre belirlemeye çalışan zihniyet bu ülkenin düşmanıdır. Bu milletin düşmanıdır. İçimizdeki “Dakotalılar”dır. Eminim ki bu kin kusan ve provakatif paylaşımları yapanlar bizler 6 Şubat felaketini yaşadığımızda koltuklarında keyif içinde çay ve kahvelerini içerken bizleri TV’lerden “oh olsun” diye izliyorlardı ve bu tiplerin deprem bölgesine hiçbir yardım gönderdiğine de asla inanmıyoruz. Çünkü böyle bir yaklaşımın insanî değerlerle bir bağlantısı yoktur.
Bizim inancımızın insana bakış açısını İbrahim aleyhisselamın şu kıssası örneğinden vererek herkesin kendine bir hisse almasını dilerim:
İbrahim Peygamberin sofrasına misafir oturtmadan yemek yememek gibi bir sünneti vardı. Her gün yemeği piştiğinde sofrasını hazırladıktan sonra evinden dışarı çıkarak yoldan geçen ilk insanı yemeğe buyur eder ve asla yalnız yemek yemezdi. Bir gün mutadı olduğu üzere yemeğini hazırlar ve dışarı çıkarak yoldan geçen bir kişiyi beklemeye başlar. Derken yoldan münkirliği (ateistliği) ile meşhur bir kişi çıka gelir. İbrahim Peygamber onun durumunu bildiği için buyur etmez. Adam yoldan geçip gider gitmez, Cebrail aleyhisselam gelir ve Allah’tan şöyle bir nidâ getirir.
“Ey İbrahim! Ben onun yıllardır zatımı inkâr ettiğini bildiğim halde her gün rızkını veriyorum da sana ne oluyor ki, onu sofrana davet etmiyorsun?”
Hatasını anlayan İbrahim aleyhisselam adamın peşinden koşarak onu yemeğe davet eder. Bu sefer münkir adam şaşırmış bir halde sorar:
“Ey İbrahim, ben senin yoldan geçen ilk insanı yemeğe davet etmek için beklemekte olduğunu bilmiyor muyum sanıyorsun? Önce davet etmedin, şimdi ne oldu da fikrini değiştirdin?” deyinde İbrahim aleyhisselam, hatasını ve Allah tarafından uyarıldığını söyleyince adamın kalbinin yumuşayarak imana geldiği rivayet edilir.
Âlemlerin sultanı peygamber efendimiz de şöyle buyurmuş; “Kim ki yaptığı iyiliği başa kalkarsa, kendi kusmuğunu yutmuş gibi olur”. İnsanın midesi kusmuk yutmayı kaldırmaz!
(17/05/2023)
İbrahim KANADIKIRIK