1 Ekim Cumartesi sabahı maddi kültür varlıklarımızla ilgili kısa bir gezinti yaptık. Kadim dostlarım Sabahaddin KALA ve Dr. Yasin KOZAK beylerle beraber oldukça verimli bir gezinti oldu.
Gezimize Şehzade Türbesi de dediğimiz Taş Medrese Türbesiyle başladık. Türbe kapısı normalde kapalı tutuluyor. Anahtarları Ulu Cami İmam odasında. İsteyenlere kapıyı açıp gezme imkânı sağlıyorlar. Türbe içinde 10 kadar mezar var. Türbenin sahibi Dulkadıroğlu Alâüddevle oğlu Şahruh Mehmed Bey. Şahruh Bey, Safeviler’in eline geçen Diyarbakır’ı almak isterken şehid düşüyor. Rivayete göre kesilen başı Tebriz’e Şah İsmail’e gönderilir. Cenazesi Maraş’a getirilir. Alâüddevle Diyarbakır kuşatmalarında 4 oğul ve çok sayıda torunla birlikte yaklaşık 20 bin asker kaybeder. Şahruh Bey kendisinin veliahdı konumundaydı ve Kırşehir sancak beyi idi. Alâüddevle bu türbeyi oğlu için 1510’da yaptırır. Şu an mezarları belli olmamakla birlikte türbenin içinde Dulkadırlı ailesinden başka kişilerin de olduğu bilinmektedir. Türbedeki diğer mezarlar ise Maraş İstiklâl Harbi şehidlerine ait.
TAŞ MEDRESE
Hemen ardından Taş Medreseye girdik. Bir ara Kahramanmaraş Müftülüğü olarak kullanılan bu tarihi yapı da Alâüddevle Bey’den kalma. Medresenin küçük bir mescidi ve avlu etrafında sıralanan medrese odaları taş yapısıyla yüzyıllara meydan okuyor. Avlunun içindeki duvara bitişik taş merdiven duvarın üstüne kadar uzanıyor. Acaba medresenin bir ikinci katı vardı da bu merdiven ikinci kata çıkışı mı sağlıyordu diye insanı düşündürüyor. 1990’lı yıllarda bu medrese Hafız Ali Efendi Kütüphanesi olarak Osmanlıca eserlerin yer aldığı bir eski eserler kütüphanesi olmuştu. Sonra hangi akla hizmetle yapıldı bilmem bu kitaplar Konya’ya gönderilerek oraya devredildi. Bu eserlerin Konya’dan tekrar getirtilerek burada Hafız Ali Efendi Eski Eserler Kütüphanesinin yeniden açılması şehrin yöneticilerin tarihi ve kültürel bir mesuliyetidir. Benim şehrimin kültürel varlığı niçin bir başka şehirde bulunsun?
NEBEVİYYE MEDRESESİ
Taş Medreseden çıktıktan sonra Nebeviyye Medresesinin yerini tespit etmeye çalıştık. Malum Alâüddevle Taş Medrese ile Ulu Cami arasına Maraş’ın en büyük Medresesi olan Nebeviyye Medresesini vakıf olarak inşa ettirmiş ve bu medrese 1924’e kadar 4 asır Maraş’ın en büyük medresesi olarak hizmet vermişti. 1935 tarihli bir fotoğrafta Ulu Cami avlusu arada olmak üzere ve camiyle bitişik bir halde L şeklinde bir yapıda görülen medrese sonraki yıllarda yıkılmış. Rivayete göre taşlarıyla Kale dibindeki postane inşa edilmiş (!) Medresenin yeri maalesef şimdiki Ulu Cami tuvaletlerinin bulunduğu alana denk geliyor. Ne acı bir manzara.
KÖPRÜBAŞI
Şekerdere, Akdere ve Kanlıdere Ulu Caminin hemen üst tarafında şimdiki havuzun bulunduğu yerde birleşiyor ve oradan cami ile medresenin yanından aşağıya doğru değirmen döndürür bir su olarak akıyordu. Bu sebeple Ulu Cami aynı zamanda “Ada Camii” olarak adlandırılıyordu. İşte tam burada küçük bir köprü vardı ve burası “Köprübaşı” olarak da anılıyordu. 70’li yıllara kadar bu köprünün varlığını devam ettirdiğini dinlediğimiz ihtiyarlardan öğreniyoruz. Hatta yakınlarında biri kale dibinde biri Atatürk Meydanında olmak üzere 2 ayrı da değirmen bulunuyordu. Muhtemelen biri Alâüddevle’nin Taş Medrese İmamına gelir olması için vakıf olarak yaptırdığı değirmendi. Malum Maraş derelerin beslediği bir değirmenler şehri özelliği de taşıyordu. Şehirde bir düzineden fazla değirmenin varlığı biliniyor.
Daha sonra Ulu Cami Avlusundaki “muvakkithâne”nin yerini tespit ettik. 1851’de Maraş mutasarrıfı tarafından yaptırılan muvakkithane 1946’ya kadar varlığını devam ettirmiş. Devrin Maraş mutasarrıfı tarafından minareye bitişik olarak yaptırılan muvakkithâne güneş ışınlarının vurma açısından yararlanarak vakit tayininde kullanılan bir çeşit güneş saatidir. Şimdi elimizde sadece fotoğrafı var.
BU KABRİSTAN ÇOK SAYIDA MARAŞ İSTİKLÂL HARBİ ŞEHİDİNİ DE BARINDIRIYORDU
Ulu Caminin tarihiyle ilgili bilgi ve görüşlerimizi paylaştıktan sonra hemen güneyindeki haziresine geçtik. Ulu Caminin güneyindeki bu bahçe tarih boyu şehrin önde gelen ulema ve ümerasının defnedildiği özel bir kabristan olarak asırlarca hizmet vermiş. 19. Asrın sonlarında Maraş’ta mutasarrıflık yapan Arifi Paşa Alâüddevle’nin mezarının burada olduğunu bildirerek çok önemli ve gözlemsel bir bilgi veriyor. Bu kabristan çok sayıda Maraş İstiklâl Harbi şehidini de barındırıyordu. Maalesef 1930’lu yılların sonuna doğru Hasan Sukuti Tükel tarafından ortadan kaldırılmış. Nasılsa yolun hemen yanında duvar dibinde sağlam kalabilmiş bir ümera mezar taşı hazirenin tarihi misyonunun tek şahidi durumunda.
BEDESTEN (KAPALIÇARŞI)
Oradan Kâtip Han olarak bilinen hanın ve Pazar Hamamının (Marmara, Hatuniye) yanından geçtik. Bu ikisi de Alâüddevle yapısı. Hemen aşağıda asırlarca şehir ticaretinin kalbinin attığı Aşağı Bedestene (Kapalıçarşı) geldik. Alâüddevle Bey yapısı olan bu büyük eserin başlangıcı şimdi Bonmarşe olarak kullanılan han kısmı. Geniş ve tavanı oldukça yüksek mağazalar etrafında şekillenen hanın kapılarından birisi bedestene açılıyor. Kervanlarla gelen ticaret malları önce han kısmına indirilir, buradan da satılmak üzere bedestene sevk edilirdi. Bedesten şimdi manifatura, ayakkabı, kuyumculuk, bakırcılık, oymacılık, attariye vb. ürünlerin ticaretinde kullanılıyor. Bedestenin bakırcılar çarşısı içindeki “Dua Kubbesi” ise 19. Asrın sonlarında eklenmiş. Esnaf sabahları işbaşı yapmadan burada toplanarak günün hayırlı ve bereketli geçmesi için dua edermiş. Önceleri kubbeye çıkış vardı. Şimdi kapatılmış durumda.
BELEDİYE ÇARŞISI
Bedestenin içinden Taş Han’ı geçip Belediye Çarşısına çıktık. Malum Taş Han Evliya Efendinin şehid düştüğü yer. Onu da rahmetle andık. Maraş’ın ilk belediye binası 1870’lerde bu çarşıda Hatuniye’ye çıkan yol ağzında inşa edildiği için hâlâ Eski Belediye Çarşısı diye de anılmaktadır.
MEVLEVİHÂNE
Bu arada çarşının hemen altında Saraçhane (Gazez) Çarşısındaki Mevlevihâneyi de ziyaret ettik. Mevlevihâneden günümüze sadece küçük bir mescid bölümü kalmış durumda. Mevlevihâne normalde eski Saatçiler Pasajının tamamını kapsıyormuş. 1 Şubat 1920’de Ermeniler tarafından yakıldıktan sonra geride sadece içindeki türbesiyle küçük bir mescidi ve kapısında “ta’lik hatt”la Mevlevihane yazan tabelası kalmış.
ESKİDEN BAKIMSIZ VE KAPALI DURUMDAYDI
Bölge çok sayıda hanın bulunduğu bir mekân. Şehrin en eski hanlarından olan Hışır Han’ı gezdik. 1507’de Alâüddevle Bey zamanında yapılan han önemli kısımlarının orijinalliğini ve yapısını devam ettirmesi bakımından şehirde mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri. İklime Hatun Camiine bitişik haldeki han, çarşısın içinde kendini gizlemiş olarak varlığını sürdürüyor. Özel olarak gitmezseniz hanı fark edemezsiniz. Eskiden bakımsız ve kapalı durumdaydı. Yıllar önce tamir gördü ve günümüzde özel bir şahıs eliyle kafe olarak işletiliyor.
“HALLAÇ PAMUĞU GİBİ ATMAK” DEYİMİ BURADAN GELİYOR
Bu handa eskiden pamuk hallaçlanırmış. Hallaç ustaları pamukları bir çeşit yay ve tokmak yardımıyla atarak kabartırlarmış. “Hallaç pamuğu gibi atmak” deyimi buradan geliyor.
Hana karşılıklı iki-üç bıçakçı imalathanesinin arasından geçerek dar bir merdivenle çıkıyorsunuz. Hanı, yakın tarihini iyi bilen bıçakçı esnafı Ejder Biber Usta ile birlikte gezdik. Usta bizi hem gezdirdi, hem tanıttı. Çok büyük bir han değil. Ama muhteviyatı ve iç içe geçmeli bölümleriyle hayli ilginç. Dar bir merdivenle hanın içine çıktıktan sonra küçük bir sofa sizi karşılıyor. Sofa çeşitli tarihi eşyalarla otantik hâle getirilerek yarı açık küçük bir çay içme mekânı olarak tefriş edilmiş. Merdiven üst kata devam ederek yukarıda hanın alanı büyüklüğündeki bir terasa çıkıyor. Burası müsait havalarda handa kalanların yatmak için kullandığı bir mekânmış.
HIŞIR HAN MİSAFİR AĞIRLAMAK İÇİN TERCİH EDİLEBİLİR BİR MEKÂN
Sofadan sonra hanın asıl iç kısmına giriliyor. Sol tarafta iki adet yan yana misafirlerin oturup çay kahve içebileceği yer sofraları kurulmuş. Oradan da hanın en iç kısmına geçiyorsunuz. Yine iki taraflı kahvaltı yapmak ve bir şeyler yemek için tefriş edilmiş yer sofraları mevcut. Bu kısımda ayrıca bir de kuyu var. Kuyunun üzeri kırılmaz camla kapatılmış. Derinlik 5-6 metre var. Hanın su ihtiyacını karşılamak üzere oluşturulmuş. Bu bölümde hayvanların bağlanması için duvarlara monte edilmiş büyük demir halkalar hâlâ duruyor. Buradan hanın hayvan ahırlarına giden kapıları ise örülerek kapatılmış olsa da yerleri belli.
Hışır Han şu anki haliyle turizme kazandırılmış küçük ama sevimli bir mekân olarak hizmet veriyor. Misafir ağırlamak için tercih edilebilir bir mekân. Hanın bir bölümü Türk-İslâm Sanatlarının icra edildiği bir kısım olarak da değerlendirilirse daha canlı bir mekân durumuna gelebilir. Taşhan’ın da benzer bir misyonla kültür hizmetlerine yönelik olarak kullanılması şehrimize çok güzel şeyler kazandırır.
Ejder Ustanın bize verdiği ilginç bir bilgi ise eski dövme dondurma yapma usulüyle ilgili. Dövme dondurma yapma işleminde kullanılan ve Ahır Dağı’ndan getirilen buzun çabuk erimemesi için buz kalıplarının kepekle kaplandığı bilgisini verdi. Kepek deyince buğday kepeği akla gelmesin. Pirinç bitkisi olan çeltik saplarını kurutup çeltik değirmenlerinde çekerlermiş buna da kepek derlermiş. Malum Maraş Anadolu’da “Sarı Çeltik” adıyla mühim ve kaliteli pirinç yetiştirme yerlerinden birisiydi. Daha önce Çinlilerin ilk kâğıtları çeltik bitkisinden ürettiklerini öğrenmiştim. Şimdi de bu, yeni bir bilgi olarak kültür hazinemize dâhil olmuş oldu. Yine Ejder Ustayla oradan buradan daha çok şeyler konuşarak ona teşekkürlerimizi sunup gezimize kaldığımız yerden devam ettik.
KASAP HÂLİ
Çarşıbaşı’na çıkıp Kasap Hâline geçtik. Günümüzde Kasap Hâli ismiyle meşhur olan bu alanda Yukarı Bedesten vardı. Aşağı Bedesten (Kapalıçarşı) kadar büyük olmamakla birlikte tarih boyu şehre büyük hizmeti olmuş. İstiklâl Savaşında ciddi tahrip olmuş. Evliya Efendi kuvvetleri tarafından Ermenilerden temizlenmiş. Harabe hâli dolayısıyla 1961’de belediye encümeninin aldığı kararla yıkılmış. Yerine Kasap Hâli yapılmış. Ejder Usta Yukarı Bedestenin sökümü sırasında taşlar arasından çıkan demirler üzerinde sarı tozların olduğunu ve o günkü demirci ustalarının bunun kükürt olduğunu söylediklerini belitti. Ayrıca demirlerin çürümeye karşı dayanıklılığını artırmak amacıyla kükürtle kaplanmış olduğunu da ustalarından dinlediğini söyledi. Kasap Hâli de restorasyona muhtaç.
TUZ HANI
Hemen karşıda Döngel İşhanı var. Burası eski ve meşhur “Tuz Hanı”. Esnafın verdiği bilgiye göre Tuz Hanı ahşap dokulu bir hanmış. Ortadaki geniş bir avlunun etrafında dış ve iç dükkânlar, avluda da bir şadırvan varmış. 1978 gibi Gaziantepli bir müteahhit tarafından yıkılan Tuz Hanının yerine Döngel İşhanı yapılıyor.
Hemen çapraz karşısında Belediye Çarşısının bittiği yerin sağ tarafında ise bir başka boş alan Kapalı Çarşı’ya bitişik duvar kalıntılarını içeriyor. Burasının hangi han olduğu ise şimdilik bizce meçhul. Daha ilerde ise karşımıza Çinili Çarşı çıkıyor. Burası ise eski “Yılankıran Hanı”nın yeri. Keşke eski fotoğraflarına ulaşabilsek.
ÜDÜRGÜCÜ KONAĞI
Bölge tamamen tarihi bir alan. Çarşıbaşı Çeşmesinin hemen karşısında ahşap ve restore edilme sürecinde olan “Yasin’in Hanı” ile karşılaşıyoruz. Burası çokça köylerden küçükbaş hayvan getirenlerin hayvanlarıyla yerleştikleri bir han olarak kullanılmış. Biraz daha yukarı çıkıyoruz şehrin en güzel tarihi konaklarından birisi olan Üdürgücü Konağına geliyoruz. Bu konakta mahzen olarak kullanılan yer altındaki bölümün Roma döneminden kalma bir mezar odası olduğu tespit edilmiş. Merdivenle inilen küçük bir yeraltı mağarası görünümünde. Nem ve küf kokusu genzinizi yakıyor. Mahzenin duvarlarındaki küçük oyuntular bir cenazenin yerleştirilebileceği büyüklükte. Muhtemelen cesetlerin konulduğu mezar odalarıydı.
HATUNİYE CAMİİ
Biraz daha ilerleyerek Alâüddevle’nin eşi Şems Hatun için yaptırdığı Hatuniye Camiine ulaştık. Caminin türbesine birkaç basamak merdivenle iniliyor. Burada Şems Hatun’un ve Ermeniler tarafından vahşice şehid edilen Tiyeklioğlu Kadir’in mezarı var. Tiyeklioğlu Kadir, Sütçü İmam’ın dayısı oğluydu ve Ermeniler Sütçü İmam’ı yakalayamayınca intikamlarını Kadir’den almışlardı. Şems Hatun ise Yavuz Sultan Selim Hanın anneannesi olmasıyla meşhurdur.
ARSLAN BEY KONAĞI
Hatuniye Caminin hemen alt tarafında ise restorasyonu sonlarına gelmiş olan Arslan Bey Konağı mevcut. Dış restorasyon tamamlanmış. İçinde ise çalışmalar devam ediyor. Daha önce yaptığımız bir çağrıyı burada yetkililere bir kez daha tekrarlayalım. İstiklâl Harbimizin lideri ve komutanı Gazi Arslan Bey’in konağı restorasyon sonrası “Maraş İstiklâl Harbi Müzesi” yapılmalıdır. Başka bir şekil kullanım Arslan Beyin hatırasına yeterince hizmet etmez.
Hatuniye’nin hemen yukarısında Ali Sezai Efendinin harpte yanan evi ve tekkesinin yerini tespite çalıştık. Bu konuda en net bilgiyi torunu Halil Yalçın Beyden alacağımız kesin. “Yahudi Kömesi” diye adlandırılan Yahudilerin yaşadığı sokaklardan geçerek Şekerli Camiine çıktık. Sayıları birkaç yüzü geçmeyen Yahudiler 1949’da İsrail’e göç etmişler. Gezi yoldaşımız Sabahaddin Kala, Yahudilerin azınlık olarak yaşadıkları yerlerde evlerinin birbirine geçiş imkânı verecek şekilde inşa edilmelerinin güvenlik amaçlı olmasının yanı sıra, topluluk içi eğitime yönelik olduğunu da belirtti. Bu iç eğitim sistemi sadece çocuklara değil, ailenin tüm bireylerine Yahudi kültürü ve teolojisinin öğretilmesinde oldukça etkili olduğu bir sistemmiş.
ŞEYH CAMİİ
Şekerli Camisi avlusundan şehrin merkezini seyrederken, Ali Sezai Efendinin İstiklâl Harbi teşkilatlanmasında Şekerli Grubunu oluşturduğunu tekrar hatırlayarak rahmetle yâd ettik. Oradan Nakip Camiine geçerek eski ve yıkık minarenin gövdesindeki İstiklâl Harbinden kalma kurşun izlerini bir kez daha müşahede ettik. Kaynakların verdiği bilgilere dayanarak önemli bir Fransız-Ermeni müstahkem mevkii olan Katolik Kilisesinin yerini tespite çalıştık.
Nakip Camiinin karşısında Kanlıdere sırtlarında restorasyonuna başlanmış büyük bir konağı inceledikten sonra ara yoldan Şeyh Camiine yöneldik. Bu konak daha önce yoldan görülmezdi. Ancak Kanlıdere Köprüsü civarındaki istimlâk çalışmaları sonucu hemen önündeki binaların yıkılmasıyla bu konak da yoldan çok rahat bir şekilde görünür olmuş.
Şeyh Cami minaresindeki Fransız top mermisini müşahede ederken Şeyh Camiinin bulunduğu mevkiinin harbin en stratejik noktalarından birisi olduğunu tekrar tekrar müzâkere ettik. Şeyh Camii karşısındaki taziye evinin bahçesinden şehri değişik açılardan seyrettik. Bu bina tarihte Protestan Kilisesiydi ve harpte büyük fedakârlıklarla düşürülmüştü. Bahtiyar Yokuşu başında bulunan ve bir zamanlar Fransız Konsolosluğu olarak da kullanılmış olan taş binanın yanından geçerek Divânlı Camiine ulaştık.
DİVÂNLI CAMİİ
Divânlı Mahallesi 16. Asır tahrir defterlerinde geçen Maraş’ın en eski mahallelerinden birisi. Sadece tarihi dokusuyla değil aynı zamanda arkeolojik potansiyeliyle de oldukça önemli bir mahalle. Mahallenin en değerli yapılarının başında çifte şerefeli minaresiyle Divânlı Camii gelir. Şehrin sembol yapılarından olan Divânlı Camii harpte Ermeniler tarafından yakılmış bir gazi camimiz. Divânlı Camii kapısı karşısındaki gedikten Kümbet’e geçtik. Orada sağlam kalmış tarihi bir mekân olan eski Alman Yetimhânesine ulaştık. Eski Maraş’ta “Eytamhâne” diye anılan bu bina mücessem ve geniş avlusuyla Kümbet Mahallesinin girişinin anahtarı konumundaydı. Fransızlar ve Ermenilerce iyi korunan Eytamhâne harpte düşürülemeyen yerlerden biriydi. Cumhuriyet döneminde satılarak şahsi mülk hâline getirilmiştir.
KUYUCAK HAMAMI
Kümbet’ten tekrar gerisin geri dönerek Divânlı’da Nuh Camiinin yanındaki gedikten inerek Kuyucak Hamamına ulaştık. Kuyucak Hamamının hemen ardındaki çıkmaz sokakta Hafız Ali Efendinin doğduğu ev var. Evin dış kapısındaki kitâbede “Sahib Leblebicizâde Ahmed Efendi” yazıyor. Kitabedeki tahribat dolayısıyla inşa tarihini tespit edemedik. Malum Hafız Ali Efendinin ailesinin lakâbı “Leblebicizâde”dir. Hafız Ali Efendi (Görgel) Maraş’ın yetiştirdiği son büyük âlim. İstiklâl Harbi teşkilatlanmasının içerisinde önde gelen ulemadandır. 1929-1964 arası Maraş Müftüsüdür. Hatıraları hâlâ şehirde dilden dile dolaşmaya devam etmektedir. Rabbim rahmetiyle muamele eyleye.
KUYUCAK MAHALLESİ VE SARAYALTI
Kuyucak Hamamının karşısından Kuyucak Mahallesi yoluyla Sarayaltı’na geçtik. Malum Kuyucak Ermeni nüfusuyla dolu bir mahalleydi. Agop Hırlakyan’ın da konağı Kuyucak’taydı. Kardeş Avedis Hırlakyan’ın Kuyucak’ta bulunan konağı kahraman şehid Mıllış Nuri’nin (Keke Nuri) içinde bulunduğu bir çete grubu tarafından düşürülmüştü.
Günlük kısmi gezimizi Sarayaltı’nda şehrin kültürel tanıtımı ve hizmetleri konusunda yapılması gerekenlerle ilgili hoş bir sohbetle neticelendirdik.
Bu tip kısa zamanlı ve bölgesel tarih-kültür gezileri kentin tanınması ve tanıtılması hususunda bugünden yarınlara kalıcı olarak taşıyacağımız latif hatıralarımızdır. Bir başka gezi notlarında buluşmak dileğiyle...
03/10/2022
İbrahim KANADIKIRIK