Kıymetli Manşet Okuyucuları,
 
Hayatı boyunca “hayır” demeyi beceremeyen biriyim.
Divanlı Camii imamı olduğum tarihlerde çarşıya gidecek olsam vakit aralarında, cemaatimden birisi “gelirken bize 6 adet çay bardağı alıver” derdi ve ben hayır diyemezdim.
Sonra ardından zamanın İl Müftüsü Personel Şefi olmamı istedi, hayır diyemedim. Hayatımın en değerli tecrübelerini edindiğim o Müftü Efendi (Ali Rıza KIRBOĞA) Nevşehir’e tayin olunca imamlığa geri döndüm. Uncular Camii’ni yaptıran hayır sahibi, Uncular Camii’ne davet edince de hayır diyememiştim. Sonra Doğukent Kooperatifi, sonra Abdulhamidhan Camii Yaptırma ve Yaşatma Derneği, hasılı bizim lügatimizde “hayır” demek olmadı hiç.
Şimdi emekli edildim. Emekli olmadım, olmak istemedim ama kanunlar beni emekliye sevk etti 65 yaşadığım için. Allah’ın takdirine boynumuz kıldan ince. Hocanın emeklisi olmazmış RAHMETLİSİ olurmuş. Azimle yürüyoruz nihai hedefimize doğru. Emeklilik nasıl bir şey onu bile anlamadan. Allah, MANŞET Gazetesi gibi bir nimeti karşımıza çıkardı. Abdullah DEVEBOYNU Kardeşim “Gazetede yazar mısınız?” dedi. Dedim ya, hayatımızda “HAYIR” demek yok, başladık besmeleyle. Her Pazartesi dertleşeceğiz sizlerle.
İlk mevzumuz ne olsun derken. Ben ameliyat oldum diz kapağımdan. Bölgesel (lokal) anesteziyle ayaklarım uyuşturuldu, sağ ayağımda operasyona başlandı. Altı hafta iki koltuk değneğiyle dolaşacakmışım. Engelli kardeşlerimin zorluklarını yıllarca kürsülerden dillendiren bir kardeşiniz olarak ben meğer bir empati yapmaya ne kadar da muhtaçmışım.
Operasyondan sonra en az 5 saat ayaklarınıza hükmedemiyorsunuz. Bir insanın belden aşağısının tutmuyor olmasının ne demek olduğunu yaşayarak anladım. Kas denilen, güç denilen, his denilen şeylerin ayrı ayrı şükrünün eda edilmesi gerekli nimetler olduğunu yaşayarak fark ettim. Bir yeğenimin kaza sonucu belden aşağısı tutmaz olmuştu. Onu ziyarete gittiğimde hep tavsiyelerde bulunurdum. Sanki biliyormuş gibi. Anladım ki hiçbir şey bilmiyormuşum. Şimdi koltuk değnekleriyle günlük hayatımı devam ettirmeye çalışıyorum. Şimdi ABESE Suresi’ni yeniden bir kez daha okumanın tam zamanı diyorum.
Hatırlar mısınız, Abdullah İbn. Ümmü Mektum (ra) bir gün Efendimiz’e (sas) bir soru sormak için gelir. Kendisi görme engellidir. Efendimiz de o sırada müşriklerin ileri gelenlerini İslam’a davetle meşguldür. Gözleri görmediği için durumu fark edemeyen Abdullah İbn Ümmü Mektum’un sorusuna biraz kızar ama belli etmemeye çalışır. Müşriklerle konuşmasına devam eder Allah Rasulü. Tam o sırada Abese Suresi’nin şu ayetleri nazil olur: “Yanına âmâ bir kimse geldi diye Peygamber yüzünü asıp çevirdi. Ey Muhammed, ne bilirsin, belki de o arınacak, öğüt alacaktı da bu öğüt kendisine fayda verecekti. Ama sen nasihatten kendisini müstağni gören kimseyi karşına alıp ilgileniyorsun. Arınmak istememesinden sana ne. Sen Allah’tan korkup sana koşarak gelen kimseye aldırmıyorsun. Dikkat et, bu Kur’an bir öğüttür.” (Abese,1-11) Allah, en sevgili kulunu görme engelli kardeşinin sorusunu biraz geciktirdi diye böyle ikaz etti.
Kardeşlerim, etrafa birazcık dikkatli baktığımızda bizim de yakınlarımızda yüzlerce engellinin bizimle beraber yaşadığını fark ederiz.
Hastanede kaldığım sürece ve halen doktorlarımdan, hastane personelinden, yakınlarımdan olağanüstü ilgi ve yakınlık görmeme rağmen, bir bardak suyu bile bir başkasının elinden içmenin, sıradan birçok hareketi yapamıyor olmanın ne kadar zor olduğunu yaşamadan bilemiyor insan.
Rabbim kimseyi sınamasın ama hepimiz her an sınanabiliriz. Onun için Efendimiz (sas)’in buyurduğu gibi, vücudumuzdaki 360 eklemin her birinin şükrünü eda etmeli ve sadakasını vermeliyiz. En küçük parmağımızı bile hareket ettirebilmenin servet değerinde bir nimet olduğunu umarım sizler yaşamadan anlarsınız.
Şimdi ben bir engelliyim. Abdulhamidhan Camii’ne gidebiliyorum. Ama şehrimizin birçok resmi dairesine gidemeyeceğimi biliyorum. Mesela çok modern bir bina olmasına rağmen İl Müftülüğü’ne yani emekli olduğum kendi kurumuma gidemiyorum. Bir engelli rampası yok İl Müftülüğü’nün. Projede var uygulamada yok. Ne yapsın bu şehrin engellileri, Müftülüğe gitmesinler mi? Dinlerini öğrenmesinler mi, fetva danışmasınlar mı?
Şuradan hayır sahibi sanayici esnaf kardeşlerime bir çağrıda bulunayım, yapıverin bir engelli rampası İl Müftülüğü’ne, sadaka sevabı alırsınız. Hem de birçok engelli kardeşimin duasını alırsınız.
Yalnızca engelli rampaları değil konumuz. Kendinizi her gün bir engellinin yerine koyun, farklı engelleriniz olduğunu düşünün, yani empati yapın, vallahi uyuyamaz olursunuz. Mesela görmeden, işitmeden, yürüyemeden, tuvaletinizi yapamadan, konuşamadan bir gün geçirebilir misiniz? Denemeden bir şey söylemeyin ne olur.
Ancak bu denemeden sonradır ki sokakta, otobüste, hastanede, şurada burada karşılaştığınız bir engelliye yakın alaka duyabilirsiniz. İşte o zaman umarım benim gibi bizatihi denemeden engellinin halinden anlarsınız.
İnsan, nimetin kadrini yokluğunda daha iyi anlıyor. Genelgeler yayımlanıyor, süreler veriliyor, Avrupa Birliği uyum yasaları çıkarılıyor. Hepsi güzel ama zihinlerimizdeki “engelleri” kaldırmadan bu iş sahili selamete ulaşmayacak galiba.
Kalın sağlıcakla.