Balkanlarda Kosova’dan sonra, kendimi evimde, ülkemde gibi hissettiğim ülke Bosna Hersek oldu. Aslında hakkını yemeyeyim, Kuzey Makedonya’yı da ekleyebilirim. Üsküp’te, Ohrid ve Manastır’da gezerken de kendimi yabancı bir ülkede gibi hissetmedim diyebilirim. Bunun sebebi buralarda Türk ve Müslüman milletlerin (Hırvat,Arnavut gibi) çokça olmasından ve dostça yaklaşmalarından kaynaklandığını söyleyebilirim. Size yaklaşıp selam verirler, hatta Ottoman(Osmanlı)diye gülümserler. Alışveriş yaparken de kolaylık sağlarlar. Bu da insanı elbette mutlu ediyor. Malum Sırbistan ve Hırvatistan’da pek dostça karşılanmazsınız bunu da belirtmek isterim.
Bosna Hersek’in başkenti Saray Bosna batının Kudüs’ü olarak anılır. Etnik köken ve inanç bakımından oldukça çeşitlilik gösterir. 600 bini aşan nüfusu, Hristiyan, Musevi, Müslümandan oluşmakta. Cami, kilise, sinagogu şehrin her yerinde görebilirsiniz.
Saraybosna Osmanlı İmparatorluğuna 1463 ’te katılmış. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun Bosna'yı ele geçirdiği 1878'e kadar şehir büyük gelişim sağlamış. Osmanlı’nın Balkanlar’da kurduğu en büyük şehirdir. Balkanları gördüğünüzde şu fikre kapılabilirsiniz; Osmanlı Anadolu’dan daha fazla buralara yatırım yapmış. Şahsen ben böyle düşündüm.
Başkent Saraybosna sokaklarını gezerken, Bosna Savaşı’ndan kaynaklı yıkımın izlerini gördüğünüzde hüzünlenirsiniz. (1992 de bağımsızlığını ilan ettikten sonra Sırp güçlerinin saldırılarına uğramış, Bosna Savaşı tarihe kanla yazılmıştır) Her adımda, katliamın izlerini tüm canlılığı ile hissedersiniz. Birçok binada mermi izleri sizi o günlere götürür. O günleri unutmamak adına binalarda ve sokaklarda savaşın izleri silinmemiş. Şehirde top mermisinin hasara uğrattığı farklı 19 alan olduğu gibi bırakılmış, kırmızı boya ile boyanmış ve Bosna Gülü ismi verilmiş.
Şehrin ortasındaki Başçarşı , Osmanlı’dan kalma estetik mimariyi adeta bugün yapılmışçasına yaşatan nadide bir yer. Kendinizi bir Anadolu kasabasının çarşısında zannedersiniz. Ortada güvercinlerin mesken tuttuğu şadırvan, uzun uzadıya ahşap dükkanların yer aldığı Başçarşı ,15. YY da Bosna Sancak Bey’i İsa Bey tarafından yapılmış. Düşünsenize, bizim sancağımız olan bir şehir şimdi bize ne kadar yabancı. Esnaf ,Türkiye ’den gelen turistlere kardeşim diyor ve yardımcı olmak için gayret gösteriyor. Sokaklarda yürürken Türkçe konuşmalar duyabilirsiniz. Yeme konusunda en rahat olacağınız ülkelerden birisidir burası. Çarşıda gezerken küçük çayhanelerde Türk çayı ile dinlenmeniz güzel bir konfor. Tabi bir Türk kahvesi de yorgunluğunuzu alacaktır. Mutfağı bize çok tanıdık,haliyle 450 sene Osmanlı sancağı olması bu sonucu doğurmuş, bu beni şaşırtmıyor. Benim favorim Cevabi ya da Cevapcici köftesi oldu. Bizim İnegöl Köftesi ile birebir diyebilirim. Bana sunumu ilginç geldi ; yarıya bölünmüş pidenin ortasına köfteleri yerleştiriyorlar, yanında doğranmış kuru soğan ve tuzlu kaymakla getiriyorlar. Tuzlu kaymak dedikleri aslında tuzlu süzme yoğurt. Cevabi Sırbistan ve Bosna Hersek’in geleneksel yemeği. Benim favorilerimden biri de Boşnak Bureg’i, yani böreği. Kıymalı, patatesli, ıspanaklı yapılıyor, benim favorim kıymalı oldu. Dilimle satılıyor, dilimi 5 Euro. Ülkede para birimi Bosna Hersek Markı, bir Mark 3 TL ye denk geliyor. Turistlere kolaylık olsun diye Euro ile de alışveriş yapılıyor. Dolması, baklavası, Klepe dedikleri mantısı sizi Türkiye’de hissettirecektir. Begova denilen bamyalı tavuk çorbası ilginç gelebilir, üzerine Sampita ya da Tufahije tatlısını yiyebilirsiniz. Bakın, bu ülkede ne kadar çok yemek ismi öğrenmişim ve denemişim, çünkü İslami hassasiyetim olduğundan, birçok ülkede yemek konusunda zorlanmama rağmen, Bosna Hersek’te karnımı doyurabildim. Türk Kahvesi’ne her ne kadar Bosna Kahvesi dense de bizdekinden pek farkı yoktu.
Başçarşı’da karnınızı doyurup, boylu boyunca çarşıyı gezerken Osmanlı’nın buralara ne kadar yatırım yaptığını görürsünüz. İmar konusunda çok büyük emek sarf etmişiz. Başçarşı’da Sebil, saat kulesi, Gazi Hüsrev Bey Cami, Moriça Han, Brusa Bezistan (Bursa İpeği satışı için yapılmış kapalı Pazar 1551’de yapılmış) sizi 400 yıl öncesine götürür.
Çarşının tam ortasında yolu sağdan sola bölen biz çizgi görürsünüz, yeni Saraybosna tarafı diye de okla gösterir ve buradan öte başka bir dünya başlar, Avusturya Macaristan egemenliğinde iken sosyalist ruhla yapılmış modern görünümlü bölgeye geçersiniz. Bundan sonra modern görünümlü binalar, dükkanlar, anıtlar, heykeller adeta farklı bir şehre geldiğiniz hissini yaratır. Güzel olan şu ki bu modern tarafı inşa ederken ,Osmanlı’dan kalma tarafa dokunmamış Avusturya Macaristan Krallığı.
Başçarşı’dan çıkıp ,yürüyerek Aliya İzzetbegoviç ‘in de kabrinin olduğu Kovaçi Şehitliği’ne gidebilirsiniz. Oldukça yakın bir mesafede.
Başçarşı’dan sonra, 1. Dünya Savaşı ’nın çıkmasına sebep olan Avusturya Macaristan Prensi Arşidük Franz Ferdinand ’ın suikaste uğradığı Latin köprüsünü görmeye giderseniz o bölgedeki Sarajevo Cty Hall ve yakınlardaki birçok tarihi yeri de görebilirsiniz. Bu tarafta yine Osmanlı’dan kalma ,bahçe içinde ahşap, cumbalı, iki katlı, kırmızı kiremitli evleri görmek kendinizi bir Anadolu kasabasında hissetmenize yol açacaktır. Sarajevo Cty Hall binası şimdilerde ulusal kütüphane olarak kullanılsa da , Avusturya Macaristan Saray Bosna’yı aldığında belediye binası olarak inşa etmiş ve kullanmış. Önündeki caddenin tam ortasından geçen köprünün karşısında yer alan İnat Kuka Evi’nin hikayesi sanırım eşi benzeri olmayan bir inatçılık örneğidir.
Miljacka Nehri’nin karşı kıyısında yer alan Inat Kuça (İnat Evi), Balkanlar’da inatçılığın geldiği son nokta olarak da ifade ediliyor. Ev, Avusturya döneminde bugün ki belediye binasının (Sarajevo Cty Hall) olduğu alandaki arsada yer alıyormuş. Evi yıkıp, binayı yapmak isteyen yerel yönetimlerle adeta canhıraş mücadele eder inatçı Bosnalı. Sonunda devlet yetkilileri ev sahibini ikna eder. Tek şartı vardır; ev, taşı, birketi, duvarı, merdiveni velhasılı her parçası ile aynı şekilde köprünün karşısına taşınıp, yeniden inşa edilecektir. Dediği gibi de yapılır, hala o günkü gibi ayakta ve turistlerin görmek istediği yerlerden biri.
Hüzünlü hikayelerin baş kahramanı Umut (Hayat) Tüneli, Bosna Savaşı süresince Bosnalılar için en kritik noktalardan birisi olmuş. Savaşta Sırp kuşatmasının olmadığı tek nokta olan havaalanına yakın bir konumda bulunuyor. Tünel, Bosnalı gönüllüler tarafından 8 saatlik mesailer ile kazılmış, savaş boyunca başta ulaşım olmak üzere, ilaç ve silah transferinde kullanılmış. Uzunluğu 960 metre. Günümüzde tünelin sadece 20 metrelik kısmı ziyarete açık. Saraybosna ’dan buraya her gün 09:00-16:00 saatleri arasında turlar düzenleniyormuş. Buradaki müze turistlere o günleri yaşatıyor, Bosnalılar savaşın izlerinin unutulmasını istemiyor, unutulduğunda aynı acıları yeniden yaşayacaklarına inanıyorlar. Bu sebeple şehrin birçok yerinde savaşı hatırlatan simgelerle canlı tutuluyor. Bu yaşam Tüneli bana bugünkü Gazze tünellerini hatırlattı.
Vizesiz ülkeler arasında bulunan Bosna Hersek’e gitmek İstanbul ’dan bir buçuk saatte mümkün. Saraybosna’da bulunan Sarajevo Havalimanı şehir merkezine araçla 20 dakikalık bir mesafede yer alıyor.
Saraybosna’dan dönerken, kendinize ve sevdiklerinize alabileceğiniz birçok yöresel hediye var. Bakır işlemeli mutfak eşyaları Saraybosna ’nın en eski geleneklerinden biri ve 1489 ’e kadar uzanan bir geçmişe sahip. Tahta oymacılığı gelişmiş, deri ve deri ürünleri, pamuk dokumacılığı ürünleri, halı ve seramikten yapılmış hediyeliklerden alabilirsiniz.
Mostar, Blagay Sarı Saltuk Alperen Bektaşi Tekkesi, Vrelo Bosne Milli Parkı’nı ancak başka bir yazıda anlatabilirim. Muhteşem ve görülmesi gereken önemli yerlerden.
Bu günlük bu kadar, hoşça kalın dostça kalın.